Vaktiyle bir padişahın iki oğlu varmış. Padişah artık yaşlandığının farkındaymış. İki oğlundan birini yerine seçmek istiyormuş ama hangisini seçmesi gerektiğine karar veremiyormuş. İki oğluna da yıllarca en iyi hocalardan eğitim aldırmış. İkisi de iyi eğitimli çocuklarmış. Her ikisi de babalarının yerine padişah olmak istiyormuş. Padişah, oğulları arasında nasıl bir seçim yapacağını düşünürken aklına bir fikir gelmiş ve bunu uygulamaya karar vermiş. Oğullarını tek tek yanına çağırmış. Büyük oğlu Mehmet’e şöyle demiş:

–Sevgili oğlum seni ne kadar sevdiğimi bilirsin.

Oğlu bu sözleri duyunca padişah olacağını düşünerek sevinmiş. Babası konuşmasına devam etmiş:

–Uzaklara gitmen gerekiyor…

–Uzaklara mı? Peki ama neden?

–Dur oğlum, sözümü kesme hemen. Hint diyarına gitmeni istiyorum. Hint Hükümdarına gidip onda bir emanetimin olduğunu söyleyeceksin. Artık o emaneti geri almanın zamanı geldi. Benim selamımı iletip şu mektubu ona verirsen sana emaneti verecektir, demiş.

–Peki babacığım demiş ve babasının huzurundan ayrılmış.

Padişah bu kez küçük oğlu Ahmet’i çağırmış:

–Sevgili oğlum benim için bir şey yapmanı, vereceğim emaneti götürmeni istiyorum.

–Ne emaneti bu babacığım, nereye gitmemi istiyorsun?

–Bak oğulcuğum, Bağdat’a gideceksin. Bağdat Sultanına benim selamımı söylersin, vereceğim mektubu ona götür ve ondan emanetimi al, bana getir, demiş.

Her iki oğul da hazırlıklarını yapıp yola çıkmışlar. Padişah, çocuklarını yolladıktan sonra dönmelerini beklemeye başlamış.

Ahmet, çıktığı yolda bir süre ilerledikten sonra dinlenmek için bir kervansaray bulmuş ve oraya yerleşmiş. Mehmet de epeyce yol aldıktan sonra başka bir hana ulaşmış. Dinlenmek için o da hana yerleşmiş.

Ahmet, ertesi gün tellalların sesi ile uyanmış. Neler oluyor diye pencereden dışarı bakmış. O gün şehirde ok yarışları düzenlenecekmiş. Tellallar, ok yarışına katılmak isteyenlerin isimlerini yazdırmak için müracaat etmeleri gereken yerleri söylüyormuş.

Bütün bunları duyan Ahmet’in gözleri ışıldamış. Çünkü o, okçulukta çok marifetliymiş. “Bu yarışa katılmalıyım, kesinlikle ben kazanırım.” diye düşünmüş kendi kendine. Sonra koşar adımlarla müracaat noktasına gidip adını yazdırmış.

Akşam serinlik çöküp de yarış başlayınca bütün namlı okçular yerlerini almışlar. Okçular, ellerindeki belli sayıdaki oku hedefe atıyorlarmış. Amaç, hedefi tam ortasından yani 12’den vurmakmış. Tüm okçular atışlarını tamamladıktan sonra hedeflere bakılmış. Hedefin tam ortasından isabet ettirebilen yalnızca bir kişi varmış, o da Ahmet’miş. Müsabakayı o kazanmış ve ödülleri almış. Eşyalarını da toplayıp, atına binip yola devam etmiş.

Büyük oğul Mehmet ise sabah kalkıp yola devam etmek için atını hazırlarken, hancı gelip akşam güreş müsabakası yapılacağını, eğer isterse onun da katılabileceğini söylemiş. Mehmet atını hazırlamayı bırakıp:

–Tabi ki de katılırım, ben güreşi çok severim, demiş.

Akşam olunca insanlar güreş müsabakalarını seyretmek için toplanmışlar. Mehmet de güreşmek istediğini söyleyip müsabakaya katılmış. İyi eğitimli, sporcu, aynı zamanda güçlü kuvvetli olan Mehmet bu güreş müsabakasının birincisi olup ödülü kazanmış.

Mehmet’i seven ve güreş müsabakalarındaki hünerlerini gören görevliler ondan kendi şehirlerinde kalmasını istemişler ama o gitmesi gerektiğini söylemiş. Görevliler, eğer bir hafta boyunca devam edecek olan bu müsabakalara katılır ve kazanırsa daha büyük ödüllerin olduğunu söylemişler. Mehmet de, “Tamam, sonuçta bir hafta değil mi? ” demiş. Planlamasındaki küçücük bir sapmanın çok büyük bir sıkıntı olmayacağını düşünmüş. “Bir hafta daha müsabakalara katılır sonra yoluma devam ederim. Ne kaybederim ki.” demiş. O yarış senin bu yarış benim derken Mehmet yola niçin çıktığını yani asıl görevini unutuvermiş.

Ahmet ise bu cazip görünen eğlencelerin havasına kapılmayıp asıl görevini hatırlamış ve yoluna devam etmiş. Bir ay sonra Bağdat’a varmış. Bağdat Sultanına babasının selamını ve mektubunu iletmiş. Sultan buna çok sevinmiş ve Ahmet’i sarayında ağırlamış. Sonra da babasının emanetini Ahmet’e vererek yollamış. Yine bir ay süren bir yolculuktan sonra kendi şehrine gelmiş. Babası, oğullarının yollarını gözlüyormuş. Saraya ilk gelen küçük oğlu Ahmet olmuş. Padişah oğluna sarılmış, çok sevinmiş gelmesine ama diğer oğlunu göremeyince sormuş:

–Ağabeyin Mehmet nerede oğlum, ondan bir haberin var mı?

–Bilmiyorum baba, biliyorsun ki bizim yollarımız farklıydı. Ama merak etme, o da yakında döner, demiş.

Padişah, büyük oğlunun dönmeyişine üzülmüş. Artık bütün işlerini ve tahtını küçük oğlu Ahmet’e bırakarak dinlenmeye çekilmiş. Görevi geç de olsa hatırlayıp yerine getirdikten sonra saraya dönen büyük oğlan ise yaptığı hatanın farkına varmış ama iş işten geçmiş…

You may also like

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir