YENİ BİR BAŞLANGIÇ,
FRANKFURT’DAKİ evde, Bay Sesemann’ın küçük kızı, bütün ömrünü geçirdiği tekerlekli sandalyesinde oturmaktaydı. Onu bir odadan bir odaya hep bu sandalyeyi iterek götürürlerdi. Şu anda, çalışma odası dedikleri odadaydı. Derslerini burada yapardı.
Clara’mn küçük yüzü solgun ve inceydi. Yumuşak bakışlı, mavi gözleri kapıya dikilmişti. Bugün zaman gerçekten geçmek bilmiyordu. Kızcağız sık sık,
«Daha vakit gelmedi mi, Bayan Rottenmeier?» diye soruyordu.
Onun bu soruyu sorduğu kadın, küçük bir çalışma masasının başında dimdik oturmaktaydı. Sorulara yalnızca başını sallayarak karşılık veriyordu. Bayan
Rottenmeier, giydiği elbisenin biçiminden olacak, insana korku veren biriydi. Omuzlarının üzerine kaskatı kolalı yakası olan bir pelerin kondurmuş, başına da pek süslü bir kep giymişti. Bayan Sesemann’ ın birkaç yıl önce ölmesinden bu yana evin ve hizmetçilerin yönetiminden o sorumluydu. Bay Sesemann sık sık iş yolculuklarına çıkar, Bayan Rottenmeier’i evin yöneticisi olarak bırakır, yalnızca kararlarını alırken Clara’ya danışmasını, onun istemediği bir şeyi yapmamasını emrederdi.
Clara aynı soruyu bir kere daha sormaya hazırlanırken Dete’Ie Heidi de evin
kapısına varmışlardı.
Dete zili çaldığı zaman, ceketinde tıpkı gözleri gibi kocaman yuvarlak düğmeler bulunan bir uşak aşağıya indi, kapıyı açıp onlara şaşkın gözlerle baktı.
Dete, «Acaba Bayan Rottenmeier’i görebilir miyiz?» diye sordu.
Sebastian bir an onları donuk bakışlarla süzdü, sonra bir zile bastı ve başka
bir şey söylemeden arkasını dönüp uzaklaştı. O giderken üst kattaki bir kapıdan bir kadın hizmetçi göründü. Başına kar gibi, tertemiz bir kep kondurmuştu. Merdivenin tepesinden konuklara bakarak, «Ne var?» diye sordu.
Dete, Bayan Rottenmeier’i görmek istediğini bir kere daha tekrarladı. Hizmetçi Tinnette gözden kayboldu. Ama az sonra yeniden- belirdi ve merdivenden aşağıya seslendi, «Buraya gelin! Sizi bekliyorlar!»
Dete’le Heidi üst kata çıktılar ve Tinnette’in peşinden çalışma odasına doğru yürüdüler. Kapıya vardıklarında Dete terbiyeli bir tavırla durdu. Heidi’nin elimi hâlâ sıkı sıkı tutuyordu. Çünkü bu yabancı ortamda çocuğun neler yapacağını kestirebilme olanağı yoktu.
Bayan Rottenmeier yerinden kalktı, yavaş yavaş onlara doğru yürüyüp evin
kızma arkadaş diye getirilen bu yeni çocuğu inceledi. Gördüklerinden pek hoşlanmışa benzemiyordu. Heidi’nin sırtında çok eski basma bir elbise vardı. Başındaki hasır şapka iyice eskimiş, biçimi de bozulmuştu. Şapkanın kenarları altından masum bakışlarla bakıyor, karşısındaki kadının giydiği garip şapkaya pek şaştığını da hiç gizlemiyordu.
Bayan Rottenmeier, «Adın ne?» diye sordu. Çocuğa baktığı sürece onun da
kendisine baktığına, gözlerini kaçırmadığına dikkat etmişti.
Çocuk, «Heidi,» diye karşılık verdi. Çok açık, çok anlaşılabilir bir sesle söylemişti bunu.
«Nee? Bu isim değil ki! Her halde seni vaftiz ederken başka bir isim koymuşlardır! Hangi isimle vaftiz edildin?»
«Hatırlamıyorum.»
Kadın başını beğenmez bir ifadeyle sallayarak, «Ne kadar saçma bir cevap
bu böyle,» dedi. «Dete, bu çocuk aptal mı, yoksa küstah mı?»
«Çok üzgünüm! Lütfen izin verin de çocuğun adına konuşayım. Yabancılara
hiç alışkın değildir.» Dete çabuk çabuk anlatıyordu. Bir yandan da, bu kadar uygunsuz bir cevap verdiği için Heidi’yi gizlice dürtmekteydi. «Aslında aptal da değildir, küstah da. Ama akimdan geçenleri olduğu gibi söylemeye alışmış. Yüksek sınıftan insanların oturduğu bir eve ömründe ilk defa giriyor. Görgü kurallarından da hiç haberi yok. Uysal bir çocuktur. Öğrenmeye heveslidir.
Eğer ona biraz sabır gösterebilirseniz çok çabuk yetişecektir. Vaftiz adı Adelheid. Aslında annesinin adını verdiler ona. Annesi benim ablamdı. Kaybettik onu.»
«Neyse bari. Hiç değilse bu ismi telaffuz edebiliyorum,» dedi Bayan Rotten-
meier. «Ama Dete, bana kalırsa bu çocuk yaşına göre biraz garip görünüyor.
Ben sana Bayan Clara için gene o yaşlarda bir arkadaş istediğimi söylemiştim.
Derslerini ve oyunlarını iyi paylaşabilsinler diye. Bayan Clara şimdi on iki ya-
şında. Bu çocuğun yaşı kaç?»
Dete sözü dolaştırmak kararındaydı, «Özür dilerim, ben de pek kesin bilmiyorum ama, sanıyorum biraz daha küçük… yine de çok küçük sayılmaz. On yaşında… Hatta belki biraz geçti bile.»
Heidi atılıp, «Sekiz yaşındayım ben,» dedi. «Dedem söylemişti.» Teyzesi onu
bir kere daha dürttü ama, Heidi bunun nedenini anlayamadı. Anlayamadığı için de hiç bir utanma belirtisi göstermedi.
Bayan Rottenmeier, «Nee! Sekiz mi?!» diye bağırdı. «Atada dört yaş fark
var! Böyle bir arkadaş ne işe yarar? Peki, neler biliyorsun bakalım, çocuk? Derslerinizde hangi kitapları okudunuz?»
«Hiç!»
«Hiç mi? Peki, okumayı nasıl öğrendin?»
«Öğrenmedim ki! Peter de öğrenmedi!»
«Tanrım! Hiç okumak bilmiyor musun? Bu doğru olabilir mi!!!» Bayan
Rottenmeier pek şaşırmıştı. «Ne öğrendin peki?» diye sordu.
Heidi’nin cevabı gene basitti, «Hiç bir şey.»
«Dete!»
Bayan Rottenmeier kapıldığı şoktan kurtulmayı sonunda başarmıştı. «Seninle
vardığımız anlaşma hiç böyle değildi! Bu çocuğu bana getirmeye nasıl cesaret ettin?!»
Ama Dete kolay kolay ürkecek insanlardan değildi. Hiç çekinmeden karşılık
verdi: «Müsaadenizle, bu çocuk tam sizin istediğiniz tipte bir çocuktur sanıyorum. Siz bana sıradan, her gün rastlanan çocuklara benzemeyen birini aradığınızı söylemiştiniz. Bu çocuğu bu yüzden seçtim. Yaşı daha büyük olanlar daha şımarmış, daha bozulmuş oluyorlar. Ama şimdi korkarım ki, gitmem gerek. Hanımım beni bekliyor. Fırsat bulursam yakında gelir, çocuğun durumuna bakarım.»
Dete sözlerini bitirdikten sonra çarçabuk dizlerini büküp bir selâm verdi ve
olanca hızıyla merdivenlerden aşağıya koşmaya başladı. Bayan Rottenmeier bir an için ağzını açamayacak kadar şaşırmıştı. Ama kısa zamanda kendini topladı ve Dete’in arkasından koştu. Eğer bu çocuk burada kalacaksa, bir çok şey üzerinde konuşup karara varmak gerekiyordu. Teyzesi de kalması konusunda pek kararlı gibiydi.
Heidi hâlâ kapının yanında duruyordu. O âna kadar Clara onu sessizce seyretmişti. Birden elini kaldırıp ona yakına gelmesi için işaret etti.
Heidi ona doğru yürüdü.
«Sana, Adelheid denmesini mi istersin, yoksa Heidi denmesini mi?»
«Bana herkes her zaman Heidi demiştir.»
«O halde ben de seni öyle çağırırım,» dedi Clara. «Bu isim hoşuma gitti. Ama
daha önce ömrümde senin gibi bir çocuk görmedim. Saçların her zaman böyle
kısa ve kıvırcık mıydı?»
Heidi, «Galiba,» diye karşılık verdi.
«Frankfurt’a dün mü geldiniz?»
«Hayır. Bugün geldik. Ama yarın gene eve dönüyorum. Dönerken nineye de
beyaz ekmeklerden götüreceğim.»
Clara dayanamayıp patladı, «Ne garip çocuksun sen. Buraya kalmak, benimle arkadaşlık etmek, derslerimi paylaşmak için getirildin. Şimdi dersler öyle eğlenceli olacak ki! Bir kere sen hiç okuma bilmiyorsun! Bu büyük bir değişiklik. Genellikle dersler çok sıkıcı geçerdi. Çok da uzun! Öğretmen her sabah saat 10’da gelir, 2’ye kadar ders yapar.
Çok fazla. Bazen öğretmen kitabı yüzüne kapatır. Birdenbire miyop olmuş gibi. Ama bunu kitabın arkasında belli etmeden esnemek için yaptığını çok iyi biliyorum. Bayan Rottenmeier de dersleri dinlerken sık sık mendilini çıkarıp, sanki okunan şeyden etkilenmiş gibi yüzüne götürür. Aslında o da hep esnemesini saklamaya çalışıyordun. Ama ben, böyle bir şeye hiç cesaret edemem. Bir kere yapacak olsam, Bayan Rottenmeier hemen, koşup balık yağımı getirir, zayıf düşmeye başladığımı söyler. Başıma gelebilecek şeylerin en kötüsü de o balık yağını içmek. Ama şimdi her şey değişecek. Artık senin okuma öğrenmeni dinleyip oyalanabileceğim.»
Heidi, okumayı öğrenmek söz konusu olunca başını kuşkuyla sallamaya başlamıştı.
Clara bunu görünce devam etti: «Elbette öğrenmelisin okumayı Heidi. Herkesin öğrenmesi gerekir. Hem öğretmenim çok iyi bir insandır. Hiç kızmaz. Sana her şeyi en başından anlatacaktır, göreceksin.»
O sırada Bayan Rottenmeier tekrar odaya giriyordu. Dete’e yetişip onunla
konuşmayı başaramamıştı. Bu durum çok canını sıkmışa benziyordu.
Sebastian çalışma odasının kapısını açtı, Clara’nın tekerlekli sandalyesini iterek öteki odaya götürdü. O sandalyeyi yerine yerleştirirken Heidi de onun karşısına geçmiş, dikkatli bakışlarını uşağın yüzüne dikmişti.
Adam, «Eee, ne bakıyorsun?» diye homurdandı.
Bu sırada Bayan Rottenmeier de odaya girmekteydi. Heidi’nin, «Tıpkı Peter’e
benziyorsun,» diye karşılık verdiğini duydu. iki elini korkmuş gibi havaya kaldırarak, «Tanrım!» diye mırıldandı. «Uşağa kendi eşitiymiş gibi davranıyor! Bu çocuk hiç bir şey bilmiyor galiba!»
Sebastian, Clara’nın sandalyesini masanın başına yerleştirmişti. Bayan Rottenmeier de onun yanına oturdu. Heidi’ye eliyle karşı tarafa oturmasını işaret etti.
Heidi’nin tabağının yanında taptaze, beyaz, küçük bir ekmek duruyordu. Küçük kız mutlu gözlerle ona baktı. Sebastian’ ın Peter’e benzemesi çocuğun içinde uşağa karşı bir güven yaratmışa benziyordu. Sofrada fare gibi sessiz oturup beklemesi bu yüzdendi. Sebastian, balığı servis yapmak üzere onun yanma geldiği zaman parmağıyla ekmeği göstererek ona, «Bunu alabilir miyim?» diye sordu.
Sebastian bir yandan başıyla ‘evet’ anlamında işaret verirken, bir yandan da
gözünün ucuyla Bayan Rottenmeier’e bakıyor, bu sorunun onun üzerinde ne gibi bir etki yaptığını anlamaya çalışıyordu.
Heidi elini uzatıp ekmeği aldı, cebine soktu. Sebastian gülmesini güç saklayabilmişti. Heidi’nin yanında hiç kıpırdamadan . duruyor, kızın servis tabağından balığı alıp kendi tabağına koymasını bekliyordu. Birkaç saniye
Heidi de onun yüzüne baktı. Sonra, «Bundan da biraz alabilir miyim?» diye balığı gösterdi. Sebastian tekrar başını salladı. Heidi o zaman: «Öyleyse tabağıma biraz koyar mısınız?» dedi. Gözleri sakin sakin kendi tabağına dönmüştü. Görgü kurallarının böylesine bozulması üzerine Sebastian
neredeyse yüzünün ciddî ifadesini yitirmek üzereydi. Balık tabağını tutan eli titremeye başlamıştı.
Bayan Rottenmeier en ciddî suratıyla, «Tabağı masanın üzerine bırak, biraz
sonra gel, al,» diye emretti. Sebastian kaşla göz arasında ortadan yok oldu.
Kadın, derin bir iç çekişiyle söze başladı: «Adelheid, görüyorum ki sana önce
en basit kuralları öğretmekle işe başlamam gerekiyor. Her şeyden önce sofrada nasıl davranman gerektiğini anlatacağım.» Bundan sonra Heidi’ye ne yapması gerektiğini, uzun uzun, açık açık anlattı. Bunu bitirdiği zaman, «Ayrıca, Sebastian’a sofrada, gerekmedikçe, hiç bir şey söylememelisin,» dedi.
«Ona bir dost gibi davranman da yersiz. Anlıyor musun? Tinnette için de öyle. Bana bir şey söylemek istediğin zaman, başkaları benimle nasıl konuşuyorsa sen de öyle konuşursun. Clara, kendisini nasıl çağıracağını kendisi söyleyecektir.»
Clara hemen sözü keserek, «Clara diye çağıracak tabiî.» dedi.
Bundan sonra Bayan Rottenmeier birincisinden daha uzun bir konuşmaya
girmişti. Sabah nasıl kalkılacağını, akşam nasıl yatılacağım, ortalığın nasıl hiç
dağıtılmayacağım, bir odaya girince kapıların nasıl kapatılacağını birer birer
anlattı. Bu sırada Heidi’nin gözleri kapanıverdi. Sabahın beşinden beri ayaktaydı çocukcağız. Üstelik çok yorucu bir yolculuk yapmıştı. Sandalyesinin arkasına yaslandı, kısa sürede derin bir uykuya daldı. Bayan Rottenmeier sözlerini bitirince, «Şimdi, bu söylediklerimi hiç bir zaman unutmayacaksın, Adelheid,» dedi.
«Hepsini anladın mı?»
Clara ne kadar eğlendiğini saklayamadan, «Heidi çoktan beri uyuyor,» diye atıldı. Ne zamandır bu kadar eğlenceli bir akşam yemeği yememişti!
Bayan Rottenmeier öfkeyle, «Bu çocuk başımıza epey dert olacak!» diye
söylenip zili çaldı. Öylesine hırsla çalmıştı ki, bir anda hem Sebastian hem de
Tinnette kapıda belirdiler. Bütün bu gürültülere rağmen Heidi hâlâ uyuyordu.
Onu bin güçlükle uyandırıp odasına çıkarabildiler. Odası, Clara ile Bayan Rottenmeier’in odalarının biraz daha ilerisinde, koridorun sonundaki odaydı.
-Altıncı Bölüm-