Pinka’nın Kitaplığı, Pinka’nın en sevdiği şeylerden biri, her gün annesiyle birlikte yaptığı akşamüstü yürüyüşleriydi. Ancak bugün annesinin evde çok işi olduğu için, evlerinin geniş bahçesi içinde kendi başına yürüyüş yapmaya karar vermişti. Geniş dallarının rüzgârla oynaştığı, salkım söğüt ağaçlarının arasından geçerek tahta çitlerin olduğu yeşillik alana ulaştı. Tahta çitleri babası marangozluk becerisini kanıtlamak istercesine bir başına yapmıştı. O çitleri babasının yaptığını bilmek Pinka’yı hep mutlu ederdi.

Bu kez tahta çitlerin ağaçlarla buluştuğu köşede küçük bir çıkıntı dikkatini çekti. Yakınlaştığında bu küçük çıkıntının aslında minik bir kapı olduğunu fark etti. Ne tuhaftı! Doğrusu burada daha önce böyle bir kapı olduğunu hatırlamıyordu. Hatta babasının böyle bir kapıyı yaptığından söz ettiğini de anımsayamadı. Kapının önünde dururken içeride ne olduğunu merak
etti. Sonra, “Bu kadar küçük bir kapının ardında ne olabilirdi ki?” diyerek vazgeçti. Eve doğru yürümeye yönelmişti ki birkaç adım attıktan sonra birden bir merak duygusuna kapıldı. Kapıya yaklaştı ve açtı. Kapı o kadar küçüktü ki
neredeyse içinden geçemeyecekti. İçeri girdiğinde büyük bir uğraş sonunda kapıdan geçebilmiş olmanın sevinciyle silkelendi. Başını kaldırdığında
gördüğü manzara karşısında neredeyse küçük dilini yutacaktı. Kat üstüne kat, kitap üstüne kitap ve sonsuzluğa uzanır gibi birbirine dolanan merdivenler… Aldığı keskin eski kitap kokusu da Pinka’yı düşündürdü. Burası hayatında gördüğü en büyük kütüphaneydi. Ama bu koskoca kütüphane, sanki kitaplar dışında bomboştu.

Karşısında beliren masaya doğru ilerledi. “Burası bir kütüphaneyse bir kütüphane görevlisi de mutlaka olmalıydı” diye düşündü. Sağa bakındı, sola bakındı, kimseyi göremedi. Ardından, “Merhaba küçük kız” diye bir ses duydu ama sesin nereden geldiğini bir türlü çıkaramadı. Bir süre sonra yukarı doğru baktı ve bir dal üzerine tünemiş, sevimli gözlerle ona bakan sapsarı tüylü
bir baykuş gördü. Pinka, “Aaa! baykuş nasıl konuşur ki!” diye o düşünedursun, baykuş ikinci cümlesini çoktan kurmuştu bile.

“Sana nasıl yardımcı olabilirim küçük kız?” Pinka birden, “Ben küçük kız değilim” diye çıkıştı. “Hem adım var benim.” “Neymiş adın?” diye sordu. Baykuş. “Benim adım Pinka. Kütüphane görevlisini arıyorum” dedi. Baykuş kısa bir aradan sonra ona yanıt verdi. “Ben de Bilmiş Baykuş, kütüphane görevlisiyim, o halde aradığın kişi benim.”

“Çok şaşkınım. Baykuşların konuşabildiğini bilmiyordum. Hele bilmiş bir kütüphane görevlisi olanına ilk kez rastlıyorum” diye güldü Pinka. “Aslında evimizin bahçesinden geliyorum. Bahçemin içinde böyle gizli bir geçit olduğunu da bilmiyordum. Açıkçası bugün birçok şeyi bilmediğimi fark ettim. Söyle bakalım. Sen gerçek misin? Yoksa ben rüyada mıyım?”

“Şaşırma Pinka…” dedi Bilmiş Baykuş. “Biz kuşların da bazı özel yetenekleri olabilir. Beni tanıdıkça alışacaksın.” Bu sözleri de çok garip buldu Pinka. Neden ona alışsındı ki? Pinka vakit geçirmeden diğer sorularına geçti. “Bahçemizden buraya nasıl gelebildim? Bu kadar büyük bir kütüphane nasıl bahçemize sığabildi ve her şeyden önemlisi neden içerisi bu kadar boş görünüyor Bilmiş Baykuş?”

“Hey yavaş ol Pinka. Şaşkınlığını anlıyorum ama soruları teker teker sor lütfen. Her ne kadar Bilmiş Baykuş da olsam bu hıza yetişemem. Öncelikle burası boş değil. Görmüyor musun yığınla kitap var bu raflarda” dedi ve kahkahayla güldü.

Pinka gülen bir baykuşu da ilk defa görüyordu ama artık neye
şaşıracağını bilemiyordu. Sadece sorularına anlayabileceği şekilde yanıtlar arıyordu.

Bilmiş Baykuş devam etti. “Burası gördüğün gibi kitaplarınla
dolu.”

“Nasıl yani?” dedi Pinka. “Benim kitaplarım tam olarak nerede?” Soruyu sorarken bir yandan da babasının ona yaklaşan doğum günü için kitap hediye edeceğini düşündü. Sürpriz bozulmasın diye buraya mı saklamıştı yoksa kitapları?

“Yok, hayır yanlış anladın” dedi Bilmiş Baykuş. “Bu kütüphanedeki kitapların tümü sana ait.”

“Nasıl yani hepsi mi?” dedi Pinka.

Bilmiş Baykuş iç geçirdi ve devam etti, “Bu kütüphane aslında senin şimdiye kadar öğrendiğin ve büyüdükçe öğrenebileceğin her şeyi içeriyor. Yani bir ömür kadar dopdolu, görebiliyor musun? Bu kitapları anılarınla aslında sen yazıyorsun. Ayrıca merak ettiğin tüm soruların yanıtları da burada saklı…”

Pinka’ya bu kadar şaşkınlık yetmişti. “Nasıl yani tüm anılarım şimdiden buraya nasıl kayıtlı olabilir?” Bilmiş Baykuş devam etti: “Buradaki tüm kitaplar yazılı değil. Söylediğim gibi onları yaşadıkça sen yazıyorsun. Örneğin bugün yaşadıkların bak şu kitaba yazılmaya başladı bile.”

Bir süre sessizlik oldu. Sessizlik, Pinka’ya bu farklı dünyada nedense çok gürültülü bir şarkıyı hatırlattı. Dilinin ucundaydı ama hatırlayamıyordu. Hatırlamaya çalışır gibi kafasını yukarıda bir köşeye dikti, gözlerini kıstı. Bilmiş Baykuş o sırada “Sana hatırlatabilirim” dedi. Pinka, Baykuş’un bir an onun aklını okuduğunu düşündü. Baykuş, üzerinde müzik notaları olan bir
kitabın kapağını açıyordu. İşte oradaydı ismini hatırlayamadığı şarkı…

Birden gözlerini açtı Pinka. Yine şaşkınlık içindeydi. Aslında hâlâ evlerinin oturma odasındaydı. Anlaşılan beklenmeyen bir öğlen uykusuna yenik düşmüştü. Annesi kalktığını görünce seslendi. “Uyandın mı Pinka? Harika ben de işlerimi bitirdim. Bu güzel akşamüstünün tadını çıkaralım, haydi ayakkabılarını giy.”

Pinka annesinin peşi sıra dışarı çıkarken kapıyı kapatmadan önce bir an tereddüt etti. İsmini hatırlamaya çalıştığı o gürültülü şarkının notaları, oturma odasından duyuluyordu.

Canan Coşkun Güleç

VERDE’NİN ÜÇÜNCÜ DİLEĞİ

You may also like

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir