PETERİN NİNESİ, ERTESİ sabah Peter keçilerle birlikte göründüğünde güneş Pırıl Pırıl parlıyordu. Hepsi birden yukarıya, otlağa çıktılar. Günler birbirini böylece izledi. Heidi zamanını böyle açık havada geçirdikçe günden güne güçleniyor, sağlamlaşıyordu.

Güneş yanığı yüzünden sağlık fışkırır olmuştu. Sonbahar geldiği zaman rüzgâr dağların çevresinde daha bir kuvvetle esmeye başladı. Bazı sabahlar dede, «Bugün evde otursan iyi olur, Heidi,» diyordu. «Bu rüzgâr senin gibi küçücük birini rahatlıkla dağdan aşağıya uçurabilir.»

Ama Peter bunu duyduğu zaman çok mutsuzlaşıyordu. Artık Heidi olmadığı zaman cam çok sıkılmaya başlamıştı. Ayrıca, tabiî o kadar çok yiyeceği de olmuyordu. Böyle günlerde keçilerin de inadı tutuyor, Peter her günkünün iki katı kadar yoruluyordu^ Keçiler de alışmıştı Heidi’ye. O olmazsa yürümek bile istemiyorlardı.

Heidi’nin ise pek cam sıkılmıyordu. Her an dikkatini çekecek, ilgisini uyandıracak bir şey buluyordu. En çok sevdiği, keçilerle birlikte otlağa çıkmaktı ama, dedeyi çalışırken seyretmeye, ona yardım etmeye de bayılıyordu. ‘ Heidi’nin en çok hoşlandığı şeylerden biri de, dedenin o yuvarlak keçi peynirlerini hazırlayışını izlemekti. Ama bunlarla oyalanırken bile ara sıra kulübeden dışarıya süzülür, köknarların altında durup sert rüzgârın dallarda çıkardığı sesi soluksuz dinlerdi. Mevsim değiştikçe güneş de yazın gösterdiği sıcaklığı kaybetmeye başladı.

Heidi dolaptan yün çoraplarını, pabuçlarını, yün elbisesini çıkardı. Derken hava daha da soğudu. Peter sabahları kulübeye yaklaşırken hep avuçlarına hohluyor, onları ısıtmaya çalışıyordu. Günün birinde uyandıkları zaman karların bütün Alm dağını örttüğünü gördüler. Bir tek çimencik bile görünmüyordu. Peter’le keçiler de gelmediler. Heidi pencerede durup iri
kar tanelerinin düşüşüne baktı. Ara ‘vermeden yağıyordu kar. Pencerenin yarıdan fazlasını kaplamıştı. Artık pencereyi açma olanağı da yoktu Heidi ile Alm Amca kulübede kapanmış Kalmışlardı. Bu durum Heidi’yi oldukça eğlendiriyordu. Bir pencereden öbürüne koşuyor, karların ne zaman evi büsbütün örteceğini anlamaya çalışıyordu. Ertesi gün kar kesildi. Dede
bin güçlükle kapıdan çıkıp kulübenin çevresine yığılan karları küreledi. Artık pencereyi açabiliyorlardı. Öğleden sonra Heidi’yle dedesi ateşin karşısında otururlarken kapıya gümbür gümbür vurulduğu duyuldu. Gelen Peter’di. Çizmelerini yere vurup üstündeki karları silkelemeye çabalıyordu. «iyi akşamlar!» dedi Peter. İçeriye girer girmez, ateşin yanma sokuldu. Hiç
sesini çıkarmıyordu ama, yüzü sevinçle parıldamaktaydı.

Heidi ona şaşkın gözlerle baktı. Çocuğun üstünü başını kaplayan karlar erimeye başlamış, yerlere damlayıp duruyordu.

Dede, «Eee, General, nasılsın bakalım?» diye sordu. «Keçiler ordusu terhis
edildiğine göre, sen de her halde gene kurşunkalem kemirmeye başlamışsındır.» Heidi, «Neden kalem kemirsin?» diye sordu.

«Kış gelince çocuğun okula gitmesi gerek. Orada okuyup yazmasını öğrenecek. Ama bu ona güç geliyor. Kalemini kemirdikçe kendini daha rahat hissediyor, öyle değil mi, General?»

Peter, «Evet, öyle,» diye kabullendi. Heidi’nin merakı iyice kabarmıştı.

Peter’e okuluyla, orada duyup öğrendikleriyle ilgili sorular yağdırmaya başladı. Peter’le konuşmak epey vakit aldığı için, bu arada çocuğun karları da kuruyabilmişti. Çünkü çobancık, aklından geçenleri kelimelerle ifade etmekte her zaman güçlük çekerdi. Hele okul konusu daha da güçtü. Bir soruya karşılık bulmayı becerdiğinde, Heidi üç soru daha buluyordu. Soruların da hepsi uzun uzun cevaplar gerektiren cinstendi. Dede bu sırada sessizce oturuyordu ama, ara sıra dudaklarının köşelerinde oynaşan gülümsemeler onun da dinlediğini gösteriyordu.

«Eee, General, yeterince ısındınsa şimdi artık canın bir şey içmek istiyordur!» ihtiyar yerinden kalktı, dolaba gidip yiyecekleri çıkardı. Heidi de sandalyeleri masanın yanına çekti.

Dede tabağına o kadar kocaman bir et parçası koydu ki, Peter’in gözleri iri
iri açıldı. Çoktan beri kendini bu kadar mutlu hissetmemişti. Yemeklerini bitirdikleri sırada hava da kararmaya yüz tutmuştu. Peter eve gitmek üzere hazırlanıyordu. Onlara veda edip kapıya yürürken birden durdu, «Haftaya pazara gene gelirim,» dedi. «Ama ninem de, bir gün sen kendisini görmeye gelirsen çok sevineceğini söylüyor.»

Bu misafirlik fikri Heidi’nin çok hoşuna gitmişti. Ertesi sabah uyandığında
dedesine ilk sözü, «Bugün nineyi görmeye gidebilir miyim?» demek oldu.

«Beni bekliyor olmalı.»

Dede, «Kar adam boyu,» diye onu oyalamaya çalıştı, ama Heidi, ninenin
yolladığı haberi aldıktan sonra, bu konuda çok kararlı görünüyordu. Her sabah kalkar kalkmaz, «Dede, bugün gitmeliyim! Nine beni bekliyor!» deyip duruyordu.

Dördüncü gün karlar dondu. Bastıkça çatırdamaya başladılar. Gene de güneş pencereden giriyor, yüksek sandalyesinde oturan Heidi’nin üstüne dökülüyordu. Çok geçmeden her sabahki sözlerini tekrarladı. «Bugün artık nineye gitmem gerek. Yoksa, beni beklemekten usanacak.»

Dede ayağa kalktı, samanlığa çıktı, Heidi’nin yorgan diye kullandığı kalın
bezi alıp getirdi. «Hadi, öyleyse,» dedi. Kızcağız sevinç içinde, pırıl pırıl parlayan karlar dünyasına adımını attı.

Yaşlı köknarlar bugün sessizdi. Her dalına kar yığılmıştı. Dede, sundurmaya girip kocaman bir kızak çıkardı. Kızağın bir yanma bir de direk dikilmişti. İçine oturulunca kızağa ayak yardımıyla ve bu sopayla yön verilebiliyordu.

Dede kızağa oturdu, çocuğu dizlerine aldı, kaim bezle sımsıkı sarıp üşümemesini sağlamaya çalıştı. Sol koluyla onu sıkıca tutuyordu. Yollan uzunca olduğu için bu gerekliydi. Eliyle sopayı kavradı, ayağıyla yere sıkıca basıp iterek kızağı hareket ettirdi. Kızak, Alm’dan aşağı öyle bir hızla kaymaya başladı ki, Heidi kendini kuşlar gibi havada uçuyor sandı.

Neşe dolu çığlıklar ata ata gidiyordu. Sonunda kızak, Çoban Peter’in kulübesi
önünde durdu. Dede, çocuğu yere bastırdı, üstündeki örtüyü aldı. «Şimdi içeriye gir,» dedi. «Ortalık kararırken çıkı. doğruca eve gel!» Kendi de indi, kızağı çeke çeke dağa tırmanmaya başladı.

Heidi, kulübenin kapısını açtığı zaman, kendini oldukça karanlık bir odada buldu. Herde bir şömineyle üzerinde bir raf görünüyordu. Rafta tabaklar vardı. Heidi bunu görünce, buranın mutfak olduğuna karar verdi. Gözleri karanlığa alıştığı zaman bir kapı gördü. Bu kapı, onu başka bir odaya götürdü.

Burası daha da dardı. Aslında bu kulübe, dedenin kine hiç benzemiyordu. Burada her şey fakir ve eskiydi. Heidi odaya girdiği zaman bir masa gördü.

Masanın başında bir kadın oturmuş, elinde tuttuğu ceketi yamıyordu. Heidi, Peter’in ceketini hemen tanımıştı. İlerideki köşede ihtiyar bir kadın iki büklüm oturmuş, yün eğiriyordu. Heidi dosdoğru oraya ilerledi. «İyi günler, Nine!» dedi. «İşte sizi görmeye geldim. Geç kaldım mı acaba?»

Yaşlı kadın başını kaldırdı, elleriyle çevreyi yoklayarak Heidi’nin kendisine
uzattığı küçücük eli buldu, tuttu. Uzun süre bırakmadı. Sonunda, «Sen Alm
Amcanın yanında kalan çocuk musun? Heidi misin?» diye sordu.

«Evet,» dedi Heidi. «Dedem beni şimdi kızakla getirdi.»

«Nasıl olur? Ellerin de sıcacık. Brigitta, Alm Amca gerçekten çocukla birlikte geldi mi?» Peter’in annesi Brigitta yerinden kalktı, küçük kıza meraklı bakışlarla baktı. «Bilmiyorum, anne,» dedi.

«Alm Amcanın gelip gelmediğini çocuk iyi biliyordur her halde.»

Heidi, kadına ciddî bakışlarla bakarak, «Beni kimin örtülere sardığını, kimin buraya getirdiğini bilmez olur muyum?» dedi. «Dedemdi tabiî.»

Nine o zaman, «Belki de Peter’in Alm Amca hakkında söylediklerinde gerçek
payı vardır,» diye konuştu. «Söylediği zaman inanmamıştık ama… Kimin aklına gelirdi!

Çocuk orada iki üç haftadan fazla kalamaz şakıyordum. Kızın görünüşü nasıl Brigitta?»

Genç kadın o âna kadar Heidi’yi iyice inceleme olanağını bulmuştu. «Tıpkı
Adelheid gibi ince yapılı,» dedi. «Ama gözleri ve bukleli saçları Tobias’a, Alm
Amca’ya benziyor. Bence annesine de, babasına da benzeyen yerleri var.»

Heidi de bu arada boş durmuyor, çevresine dikkatle bakıyordu. Birden, «Bak, Nine,» dedi. «Panjurlarımızdan bir tanesi gevşemiş. Dedem oraya bir çivi
çakarsa düzelir. Böyle bırakırsanız yakında pencerenin pervazını koparacak.

Nasıl sallanıyor, görüyor musun?» Nine, «Ah, evlâdım,» dedi. «Ben artık göremiyorum. Ama işitebiliyorum.

Hem, sallanan yalnız o panjur değil! Bu evde her tahta öyle sallanıyor. Rüzgâr
estiği zaman her yandan evin içine doluyor. Her taraf çürümüş. Geceleri herkes uyurken bu sesleri dinliyor, evin üstümüze yıkılıp hepimizi öldüreceğinden korkuyorum. Ama ne yazık ki, bunları onaracak kimsemiz yok. Peter bu işleri bilmiyor daha.»

«Ama, panjurun nasıl çarptığını görmüyor musunuz, Nine? Bakın! İşte şurada!»

Heidi parmağıyla orayı gösteriyordu. Nine, «Yavrum, ben ne yazık ki hiç
bir şey göremiyorum,» diye yakındı.

«Ben dışarı çıkıp panjurları açsam, içeriye ışık dolsa, o zaman göremez misiniz, Nine?»

«Hayır, o zaman bile göremem. Hiç kimse ortalığı benim görebileceğim kadar aydınlatamaz.»

«Ama dışarıya, karlara çıksanız, o zaman çok aydınlık olur. Benimle gelin,
Nine. Göstereceğim size.» Heidi büyük bir üzüntü içinde yaşlı kadının elini tutmuş, onu götürmeye hazırlanmıştı.

«Bırak olduğum yerde oturayım, evlâdım. Benim için ortalık her zaman karanlık kalacak.»

«Ama yaz gelince bu durum her halde değişecektir, Nine.»

Heidi yardımcı olmaya hevesleniyor, yaşlı kadını avutmaya çalışıyordu. «O
zaman her halde size yetecek kadar aydınlık olur! Güneş, dağların üstünde doğup bütün çiçekleri, bütün bayırları kırmızıya boyadığı zaman…»

«Ah, çocuğum, ben artık alevlenen dağları, kırlarda büyüyen altın çiçekleri
hiç bir zaman göremeyeceğim. Bu dünya hiç bir zaman bana yetecek kadar aydınlanmayacak. Hiç bir zaman!»

Heidi, birden ağlamaya başladı. Çok acımıştı yaşlı kadına. Hıçkırıyordu. «Size kim yardım edebilir? Hiç kimse yok mu?»

Kadın, çocuğu avutmaya çalıştı. Onun böyle hıçkırdığını duymak içini burkmuştu. Gerçekten ağlıyordu Heidi. Ama ne kadar ağlasa, içindeki üzüntüyü hafifletemiyordu. Sonunda Nine, «Gel, benim sevgili Heidi’m,» dedi. «Gel, anlatayım sana. Bak, insanın gözleri görmediği zaman, tatlı sözler duymasını çok sever. Ben de senin konuşmalarını çok seviyorum. Şimdi yanıma otur, bana dedeni anlat. Yıllar önce onu çok iyi tanırdım. Ama uzun zamandır görmedim. Yalnız Peter’in anlattıklarını dinliyorum. O da çok fazla konuşmaz.»

Birden Heidi’nin aklına bir fikir geldi. Gözlerindeki yaşları çarçabuk kurulayıp tatlı bir sesle, «Sen merak etme, Nine çiğim,» dedi. «Ben, dedeme her şeyi anlatırım. O, senin dünyanı aydınlatır, evi de onarır. Her şeyi yapabilir benim dedem.»

Nine artık susmuştu. Heidi ona günlük yaşamını anlatmaya koyuldu. Otlakta geçirdiği yaz günlerini, kışın gündüzleri dedesiyle neler yaptıklarını bir bir
dile getirdi. Dedenin tahtadan ne güzel eşyalar yapabildiğini, ne rahat kanepeler, sandalyeler hazırladığım, Küçük Kuğu ile Küçük Ayı’nın samanlarını yiyebilmeleri için ne güzel kutular yaptığını söyledi.

Yaz için kocaman bir banyo, süt sağmak için yeni bir kap, bir de kaşık yapacağını anlattı. Heidi tahtadan yapılabilecek şeyleri anlatmaya kendini iyice kaptırmıştı. Nine dikkatle dinliyor, ara sıra sesleniyordu. «Duyuyor musun, Brigitta? Alm Amca için neler söylüyor, duyuyor musun?»

Birden hikâye, kapının dışından duyulan gürültülerle kesildi, Peter içeriye
daldı. Heidi’yi görünce olduğu yerde durup şaşkın şaşkın baktı. Sonunda Heidi, «iyi akşamlar, Peter!» diye onu selâmlayınca, onun da yüzüne bir gülümseme yayılabildi.

Yaşlı kadın şaşırarak, «Çocuk okuldan bu kadar çabuk mu geldi?» diye sordu. «Bu kadar çabuk geçen bir gün görmemiştim! iyi akşamlar, Peter! Bugün
okuman nasıl gitti?»

Peter, «Her zamanki gibi,» diye karşılık verdi.

Nine, «Aah, ah!» diye içini çekti. «Belki bugün bir değişiklik olur diye
umuyordum. Şubatta on iki yaşını dolduracağına göre…»

Heidi ilgiyle, «Ne gibi bir değişiklik, Nine?» diye sordu.

«Okumasını öğrenir diye umuyordum. Şurada, rafın üzerinde eskiden kalma bir İlahiler kitabı var. Çoktan beri o İlahileri dinleyemedim. Artık unuttum bile. Peter bir an önce okumayı sökerse, bana onları okur diye bekliyorum. Ama harfleri hiç öğrenemiyor. Ona çok güç geliyor.»

Peter’in annesi, «Işığı yakayım artık,» dedi. «Ortalık kararmaya başladı.»

Kadın hâlâ ceketi yamıyordu. «Hiç bir gün bu kadar kolay uçup geçmemişti.»
Heidi ayağa fırladı, elini nineye uzattı, «Allaha ısmarladık, nine,» dedi. «Ortalık kararırken eve gitmem gerek.» Sonra, Peter’le annesine de veda edip kapıya doğru yürüdü. Nine birden seslendi.

«Dur, Heidi! Yalnız gidemezsin. Peter de seninle gelsin. Duyuyor musun? Çocuğa iyi bak, Peter. Yolda düşmesin. Hem sallanarak gitmeyin. Uzun sürerse üşüyebilir, anladın mı? Başında bir örtü falan var mı?»

Heidi, «Örtüm yok,» dedi. «Ama üşümem ben.»

Bunları söyler söylemez kapıdan fırladı, öyle hızlı adımlarla yola koyuldu
ki, Peter arkasından yetişmekte güçlük çekti. Nine bu sefer, «Sen de peşinden
koş, Brigitta,» diye sesleniyordu. «Böyle bir havada donar bu çocuk. Benim başörtümü al! Çabuk koş!»

Brigitta hemen fırladı. Çocuklar dağa doğru pek az tırmanabilmişlerdi ki,
karşıdan dedenin gelmekte olduğunu gördüler. İhtiyar onların yanma gelince,
durdu. «Aferin, Heidi! Sözünde durmuşsun bakıyorum,» dedi. Sonra onu yanında getirdiği örtüye sıkıca sarıp kucağına aldı, geri dönüp dağa tırmanmaya başladı.

Brigitta, ihtiyarın çocuğu sıkıca sarmalayıp kucağında götürdüğünü ta uzaktan görmüştü. Peter’le birlikte kulübeye döndü ve nineye gördüklerini anlattı. Nine hem şaşırmış, hem de çok sevinmişti. «Tanrıya şükür ki, çocuğa iyi davranıyor,» dedi. «Keşke onu buraya tekrar yollasa! İnsanı çok rahatlatan bir çocuk! Ne kadar da iyi yürekli!» O gece nine uyuyuncaya kadar sık sık kendi kendine aynı şeyi tekrarladı, durdu. «Keşke çocuk tekrar gelse! O zaman hayatta benim de bekleyeceğim, umacağım bir şey olurdu!»

Heidi yol boyunca dedesine bir şeyler anlattı durdu. Ama koca örtünün içinden yükselen boğuk sesler ihtiyara hiç bir anlam ulaştıramıyordu. Bir ara yaşlı adam. «Eve varıncaya kadar bekle, Heidi,» dedi. «O zaman bana her şeyi anlatırsın.»

Kulübeye girdiklerinde Heidi örtüsünden kurtulabildi. ilk sözü şu oldu:

«Dedeciğim, yarın yanımıza bir çekiçle bir sürü çivi alıp, ninenin panjurlarını, gevşemiş tahtalarını onarmaya gitmeliyiz.

Ev durmadan sallanıp duruyor!»

«Öyle mi yapmalıyız? Kim demiş onu?»

«Hiç kimse söylemedi. Ben kendim biliyorum,» diye açıkladı Heidi.

«Bütün tahtalar gevşemiş. Ev, üstlerine yıkılacak diye korkusundan nine uyku bile uyuyamıyor. Hem onun dünyası kapkaranlık. Kendisine hiç kimsenin yardım edemeyeceğini sanıyor, ama sen edebilirsin, dedeciğim. Eminim edebileceğinden. Bir düşünsene, zavallıcık için her zaman karanlıkta oturmak, her zaman korkmak ne kadar üzücü. Ona yardım edebilecek tek kişi sensin.

Yarın birlikte gideriz, ona yardım ederiz, değil mi, dedeciğim?» Heidi, ihtiyara sımsıkı sarılmış, yüzünde umut ve güvenle ona bakıyordu.

Yaşlı adam bir süre çocuğun yüzüne baktı, sonunda, «Evet, Heidi. Yarın sabah
gider, o onarımlara bakarız,» dedi. Çocuk yerinden fırlamış, odanın ortasında sıçrayıp duruyor, «Yarın gidiyoruz! Yarın gidiyoruz!» diye şarkılar söylüyordu.

Dede sözünü tuttu. Ertesi gün gene kızağa binip bir gün önceki gibi aşağıya
indiler. İhtiyar, çocuğu, Peter’in kulübesinin önünde indirdi, «İçeriye gir, ortalık kararırken yola çık,» dedi. Heidi daha kapıyı açıp içeriye adımını atarken, ninenin sesi köşeden duyuldu.

«Heidi geldi! İşte çocuk gene geldi!» Kadın heyecanından elindeki ipliği yere düşürmüştü. İki kolunu Heidi’ye doğru uzattığında önündeki tekerlek de hareketsiz kaldı. Heidi hemen ona doğru koştu, küçük bir sandalye bulup ninenin yanına çekti, oracığa oturdu. Nineye anlatacağı o kadar çok şey, soracağı o kadar çok soru vardı ki. Ama tam o sırada duvara gümbür gümbür vurulmaya başlandı. Yaşlı kadın, korkusundan yerinden öyle bir sıçrayış sıçradı ki, neredeyse iplik çıkrığı devriliyordu. Titreyen sesiyle, «Tanrım sen bizi koru!» diye bağırdı. «Ne oluyoruz? Her halde ev tepemize yıkılıyor artık!» Heidi onun kolunu sımsıkı tuttu, avutmaya çalıştı. «Hayır, hayır, nine çiğim!

Korkmayın! Dedemin çekicinin sesleri bunlar. Her tarafı onaracak, artık korkmanıza gerek kalmayacak.»

«Böyle bir şey gerçekten olabilir mi acaba? Tanrı bizi unutmamış mı yani?»

Nine çok heyecanlanmıştı. «Duydun mu Brigitta? Eğer Alm Amca gerçekten
dışarıdaysa, hemen git çağır, ona teşekkür edeyim!»

Brigitta kapıdan çıktı. Dışarıda Alm Amca, sağlam bir keresteyi duvara çakmaya uğraşıyordu. Brigitta yaklaştı, «iyi günler, Amca!» dedi. «Annemle ben yardımlarınız için size teşekkür etmek istiyoruz. Annem ne kadar şükran duyduğunu kendisi söylemek istiyor.»

«Yeter!» dedi ihtiyar. «Alm Amca hakkında neler düşündüğünüzü çok iyi
bilirim. Sen git buradan. Nereyi onaracağına kendim bulurum ben.»

Brigitta hemen bu emre uydu. Alm Amca’nın sesi öyle sertti ki, başka bir şey
yapmaya zaten olanak yoktu.

ihtiyar, önce evin çevresini dolaşarak her tarafa tahtalar çaktıktan sonra, duvara dayalı duran dar merdivenden dama çıktı, elindeki çivilerin en sonuncusunu çakıncaya kadar orada uğraştı durdu işini bitirdiğinde zaten karanlık da bastırmak üzereydi. Merdivenlerden inip kızağı koyduğu yerden çıkardı. O sırada kapı açılmış, Heidi görünmüştü. Tıpkı bir gün önce olduğu gibi, dede onu yine kalın örtüye sardı, kucağına aldı, kızağı ipinden çeke çeke tepeye doğru uzaklaştı.

Kış günleri birbirini izlemeye başlamıştı. Yıllar süren yalnızlık ve mutsuzluktan sonra, ihtiyar kör kadının hayatına ilk defa büyük bir mutluluk ve neşe giriyordu. Artık günleri eskisi gibi karanlık, eskisi gibi kötü geçmiyordu. Beklediği bir şey vardı: Gün doğduğu andan başlayarak Heidi’nin ayak sesleri… Çocuk da nineye çok bağlanmıştı. Ona hiç kimsenin yardım edemeyeceğini, dedesinin bile yardımcı olamayacağını anladığı zaman çok üzülmüştü tabiî. Ama beri yandan nine ona defalarca aynı şeyi söyleyip duruyordu. Heidi yanındayken karanlığı hiç de o kadar hissetmiyordu yaşlı kadın. Böyle olunca Heidi de havanın güzel olduğu kış günlerini hep ninenin yanında geçirmeye başladı. İhtiyar, onu kızakla getiriyor, kendisi de âletlerini yanına alıp gün boyu kulübenin onarımıyla uğraşıyordu. Bu onarımlar kısa zamanda etkisini göstermişti. Artık rüzgâr estiği zaman ev eskisi gibi inleyip gıcırdamıyordu.

Nine yıllardan beri bu kadar rahat uyku uyumadığını söylüyor, Alm Amcanın kendisine yaptığı bu iyiliği hiç bir zaman unutmayacağını tekrarlayıp duruyordu.

-Dördüncü Bölüm-

ALM DAĞINDA

You may also like

Heidi

ALMDA BİR KONUK

ALMDA BİR KONUK, SABAHLEYİN gökyüzü pırıl pırıldı. Sabah ışıkları dağların üzerine dökülüyor, tatlı bir rüzgâr köknarların ...
Heidi

YOL HAZIRLIKLARI

YOL HAZIRLIKLARI, GÜZEL bir eylül sabahıydı. Heidi’nin evine dönmesini sağlayan iyi yürekli doktor, Seseman’ların evine doğru ...

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir