Perinin Zeytin Ağacı, Bir varmış bir yokmuş. Ormanın derinliklerinde Işık adında bir peri yaşarmış. Otuz santimetre boyunda ve insan görünümündeki bu peri, kimi zaman yürüyerek kimi zaman da uçarak ormanda oradan oraya gezer dururmuş. Hep beyaz bir elbise giyermiş. Elbisesi asla kirlenmezmiş. Her peri gibi onun da kanatları varmış; tül gibi uçuşan kanatlarının üzerindeki küçücük renkli puan tiyeler pırıl pırıl parlarmış. Havada uçarken vücudunun çevresinde ışıktan hareler oluşurmuş.
Güzel bir ilkbahar sabahı Işık uyanmış ve bir yolculuğa çıkmaya karar vermiş. Ne aradığını, nereye gideceğini bilmiyormuş ama bu yolculuğa çıkması gerektiğini düşünüyormuş. Peri hisleri ona ‘uzaklara git’ diyormuş. En yakın arkadaşı Kartal Kuş’un da kendisiyle gelmesini istiyormuş ve zaman kaybetmeden yolculuk fikriyle ilgili Kartal Kuş’la konuşmuş. Kartal Kuş heyecanla isteğini kabul etmiş. Yolculuğa çıkmak için hemen hazırlıklara
Bir varmış bir yokmuş. Ormanın derinliklerinde Işık adında başlamışlar. Işık, çıkmaz ayın çıkmaz bir gününde Kartal Kuş’un üstüne binmiş ve birlikte uzaklara doğru hareket etmişler.
Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Yolda dinlenmek için bir ırmağın kenarında durmuşlar. Irmak kenarında bir kurbağayla karşılaşmışlar ve onunla sohbet etmişler. Nereden geldiklerinden ve yolculuklarından bahsetmişler. Kurbağa da yaşadığı ırmağı enine boyuna anlatmış onlara. Kurbağa, “Size benden, buralardan bir hatıra vermek istiyorum” demiş ve Işık’a sihirli olduğunu söylediği iki tane tohum vermiş. “Bu tohumlar
çok değerlidir ve elimizde çok az kaldı. Sabırlı olursan, bu sihirli
tohumlar gittiğin diyarlarda sana bir yaşam vadisi sunar” demiş.
Ertesi sabah Işık ve Kartal Kuş, Kurbağayla vedalaşarak oradan ayrılmışlar. Peri, yolculuk boyunca sihirli tohumları özenle ve dikkatle taşımış. Bir gün yine dinlenmek için durdukları yerde tohumlardan birini toprağa ekmiş. O gece Işık ve Kartal Kuş, derin bir uykuya dalmışlar. Mışıl mışıl uyurlarken tohum, yağan yağmur suyunu içmiş. Kabuğunu çatlatmış, filizlenmiş ve
topraktan başını yıldızlara uzatmış. Bulundukları yer saniyeler içinde yemyeşil ve koskocaman bir vadiye dönüşmüş.
Uyandıklarında her ikisi de hayretler içinde kalmış. Çünkü ikisi de yağmurun yağdığını fark etmemişler bile, hatta hiç ıslanmamışlar. Etrafı şaşkınlıkla ve hayranlıkla izlemişler. Işık, bir gecede vadide yetişen çiçeklerin güzelliği karşısında büyülenmiş ve bir tanesini eve döndükten sonra yaşadığı
ormana ekmek için koparıp çantasına koymuş.
Vadide gezerlerken bir de ne görsünler; yerde mavi bir kapı var. Merakla karışık bir korkuyla kapının arkasında ne olduğuna bakmak istemişler. Kapının önce tokmağını vurmuşlar. “Tak, tak, tak…” Işık, kulağını kapıya doğru yaklaştırmış ama derinden gelen bir arp sesinden başka bir şey duymamış.
Müzik sanki onları sihirli bir dünyaya davet ediyor gibiymiş. Kapının koluna yavaşça uzanıp kapıyı aralamışlar ve karşılarına çıkan merdivenlerden inmişler. Biraz ilerledikten sonra gördükleri manzara karşısında gözleri fal taşı gibi açılmış. Pembe ağaçlar, turuncu gökyüzü ve mor bir güneş…
Yaşadıkları dünyada sanki renkler birbirine karışmış gibiymiş. Her şey aynıymış ama renkleri farklıymış. Bulundukları bu yerde hayvanlar da çok ilginçmiş; zebralar çizgisiz, zürafalar kısa boyunlu, aslanlar ise hiç de cesur değilmiş. Hayvanlardan birkaçı onlara doğru ilerlemiş.
Işık ve Kartal Kuş önce korkmuşlar ve birkaç adım geriye gitmişler. Hayvanlar hep bir ağızdan neşeyle onlara “Hoş geldiniz” diye seslenince rahatlayıp gülümsemişler. Bir süre sonra hayvanlar onları, sihirli şelalelerinde yüzmeye götürmüşler ve onlara turuncu ağaçların mavi meyvelerinden vermişler.
Neşe içerisinde hep beraber meyvelerini yerlerken aniden bir şimşek çakmış. Turuncu gökyüzü birden kararmış. Gökyüzünden, kapkara bulutların arasından yağmur yerine gürül gürül bir nehir akmaya başlamış. Şaşkın şaşkın bakakalmışlar. Neler olup bittiğini anlayamadan birdenbire nehrin içerisinden yedi başlı kahverengi bir timsah çıkıvermiş. Timsahın yedi kafasındaki yedi ağız iştahla açılmış ve oraya buraya saldırmaya başlamış.
Işık o an, sihirli tohumlardan birini ektikten sonra oluşan bereketli vadinin toprağında yetişen bir çiçeği koparıp çantasına koyduğunu hatırlamış. Çiçeği hızlıca çantasından çıkarıp timsahın olduğu nehre atmış. Yedi başlı timsah birdenbire korkunç sesler çıkarmaya başlamış. Işık’ın nehre bıraktığı çiçek suya değer değmez nehir ve saldırgan timsah durulmaya başlamış. Timsahın sesi de gittikçe azalmış, azalmış, azalmış… Gökyüzü tekrar turuncuya dönmüş. Yedi başlı timsah “pof” diye yedi küçük zararsız kertenkeleye dönüşüvermiş.
Bunu fırsat bilen Işık ve Kartal Kuş hızlıca kaçmaya başlamışlar. Arkalarına bakmadan koşarlarken karşılarına devasa bir ağaç kovuğu çıkmış. Hemen koca kovuğun içine saklanmışlar.
Bir de ne görsünler… Yukarı doğru çıkan başka bir merdiven karşılarında duruyor. Hızlıca merdivenleri çıkmaya başlamışlar. Nereye çıkacağını bilmedikleri merdivenin basamaklarını birer birer çıkarlarken gözleri sanki buğulanmış, nesneler netliğini kaybetmeye başlamış. Belli bir süre sonra hiçbir şey görememeye başlamışlar. Kendilerine geldiklerinde ise sihirli tohumları veren Kurbağanın yaşadığı ırmağın kenarında bulmuşlar kendilerini.
Işık ve Kartal Kuş, biraz hayret biraz da rahatlama duygusuyla birbirlerine gülümsemişler. Kurbağa, uzun zamandır uyuduklarını ve bunun sebebinin kendilerine verdiği şeker kamışından olabileceğini söylemiş. Kurbağa, “Bu derenin şeker kamışından ilk kez yiyenlerin tuhaf rüyalar gördükleri söylenir” deyince Işık ve Kartal Kuş derin bir “Oh!” çekmişler. Kurbağanın verdiği sihirli tohumla evlerinin yolunu tutmuşlar.
Yaşadıkları ormana döndüklerinde Kurbağanın verdiği sihirli tohumu evlerinin yakınındaki yere ekmişler. Her gün sabırla ve özenle tohumu sulamışlar, sulamışlar, sulamışlar…
İki mevsim sonra bol yemişli zeytin ağaçları olmuş. Zeytin ağacı, küçük peri Işık’ın bir sabah aniden karar verdiği ve bilmedikleri yerlere gittikleri yolculuğun hatırası olarak ormanda yıllardır yaşıyormuş. Ormandaki diğer bütün canlılar da bu bereketli zeytin ağacının gölgesinden, meyvesinden, dallarından yıllarca faydalanıyorlarmış.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.
Ece Uçan