Benzer masallar mevcuttur. Bu da atalarımızın anlattığı farklı bir versiyon. İyi okumalar…

Zamanın birinde, küçük kızından başka kimi kimsesi olmayan bir adamcağız varmış. 

Günlerden bir gün adam, bekarlıktan usanmış ve kendisi gibi dul bir kadınla evlenmiş. Dul kadının da bir kızı varmış. Kadın, kocasının kızını kıskanırmış çünkü kendi kızından hem daha güzel hem de daha iyi huylu, iyi kalpliymiş. Kadın bu kızcağızı başından nasıl atacağını düşünüyormuş. Bir gün; yalancıktan hastalanıp, kendini yataklara atmış. 

Kocası: “Ne oldu karıcığım? Neden yattın?” diye sormuş. 

Kadın: “Neyim var, ben de bilmiyorum. Ayaklarımda derman yok. Her yerim ağrı, sızı içinde.” diye yalan söylemiş. 

Adamcağız, türlü türlü şifalı otlar toplayıp, kaynatmış; sularını eşine içirmiş. Ancak kadın, bitkilerden bir fayda görüp ayağa kalkmamış. 

Bir gün kocasına demiş ki: “Bu gece rüyamda bir derviş gördüm. Bana, ‘İyi olmak istiyorsan kocana söyle; kızını alıp bir dağ başına götürsün, orada bıraksın. Bunu yapmazsanız ne yapsanız boşunadır’ dedi.” 

Adam, bu kızın, biricik yavrusu olduğunu, onu evden hiçbir surette atmayacağını söylemiş ama söz, laf, yalvarış, minnet… hiçbir şey kâr etmemiş. Kadın; “Ya o ya ben!” deyip, başka da bir şey demiyormuş. Adamcağız, nihayet, yüreği sızlasa da kızını dağ başına götürmeye razı gelmiş. Ertesi gün baltasını alıp dağa gitmek için hazırlanmış. Kızına da; “Seninle dağa gidelim kızım. Ben odun keserken sen de çiçek toplarsın.” demiş. Birlikte yola çıkmışlar. Bir dağın başına geldiklerinde adam kızına; “İşte geldik. Haydi sen git çiçek topla.” demiş. Kızı yalnız başına bırakmış. Kız birçok güzel çiçek toplamış. Vakit gelmiş geçmiş; babası bir türlü gelmemiş. 

Kızın içine bir kurt düşmüş: “Belki de bunu mahsus yaptılar.” diye düşünerek, üzüntü içinde hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Akşam olup da karanlık çökünce, korkusundan bir ağaca çıkmış. Ağacın dalları arasında uyuyakalmış. Dağa gelmek için çok yol yürüdüğü ve bütün gün çiçek topladığı için çok yorgunmuş. Sabah olunca uyanmış. Öyle aç susuz, dağlarda dolaşmaya başlamış. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş; bir çalılığa düşmüş. O kadar yorulmuş ki adeta insanlıktan çıkmış. Buradan kurtulmak için bir yol ararken birden bire kendisini bir mağaranın ağzında buluvermiş. Biraz dinlenmek için mağaraya girince köşede bir dev anası görmüş. Dev anası mağarada hamur yoğuruyormuş.

Korkudan kızın dişleri birbirine vuruyormuş. Zavallı ne yapacağını bilmez haldeymiş. “Eline düşersem halimin ne olacağını Allah bilir! Kaçsam iki adımda beni yakalar.” diye düşünmüş. Nihayet: “Alnımın yazısı ne ise o olsun.” demiş. Bütün cesaretini toplayıp, dev anasının yanına gidip: “Anacığım.” demiş ve sanki onun çocuğuymuş gibi eteğine yapışmış.

Dev anası: “İnsan yavrusu” demiş “Eğer ‘Anacığım’ demeseydin,” eteğime yapışmasaydın seni bir lokmada yutardım.” 

Kız fırsatı kaçırmayıp yalvarmış:

“Sen benim anamsın. Ben senin kızınım. Başımda büyük bir dert var. Beni bu dertten kurtar!” demiş.

Bütün başına gelenleri ve üvey anasının ne kadar fena bir kadın olduğunu anlatmış. Dev anası kızcağıza acımış ve onu evlatlığa kabul etmiş. Karnını doyurmuş, akşam olunca yatırmış. Sabahleyin uyandıkları vakit, kızı mağaranın dibine götürmüş. Burada bir sürü yılan yavrusu kaynaşıp duruyormuş. Yılanları gösterip: 

“Bak, bunlar benim çocuklarım. Korkma! Sana zarar vermezler. Yalnız, onlara iyi davran.” demiş. Kızcağız, mağarada yılanların arasında kalmış.

Karşılaştığı dev anası tarafından yavru yılanlara bakmakla görevlendirilen öksüz kız, bu durumdan hiç şikayet etmemiş. Onlara su kaynatmış, içine biraz kepek atmış ve yavru yılanlara yedirmiş. Bütün gün yanlarında kalıp, onları sevip okşamış, boyunlarını boncuklarla süslemiş. 

Akşam olunca dev anası gelmiş. Yavru yılanlar onu görür görmez mutluluktan oynamaya başlamışlar. Dev anası öksüz kızı okşamış ve yokluğunda yavrulara iyi davranıp, onları mutlu ettiği için çok memnun olduğunu söylemiş

Kız hayli zaman yılanlara bakıcılık yaptıktan sonra bir gün dev anası:

“Yavrum” demiş “Burada yaptıklarından, çalışkanlığından ve iyi yürekliliğinden çok memnunum. Bütün bu iyi hallerinin karşılığı olarak seni ödüllendirmek istiyorum. Dile benden ne dilersen?” 

Kızcağız da babasını çok özlediğini ve mümkünse onu görmek istediğini söylemiş. Dev anası “Hay hay, tabii ki olur.” demiş.

Bir sandığın içini sayısız altınla, mücevherle doldurduktan sonra bir arabaya yüklemiş ve öksüz kızı da aynı arabaya rahatça yerleştirmiş. Öksüz kızı evine uğurlamadan önce bir güzel de tembihlemiş:

“Bu araba seni doğruca babanın yanına götürecek. Eve varınca sandığı açmadan bir odaya yerleştir. Baban eve geldiğinde onunla birlikte açıp içindekileri alırsınız.” 

Kız dev anası tesekkürler ettikten sonra, elini öpüp vedalaşmış ve yola koyulmuş. Yolculuğun sonunda babası, kızını hiç beklemediği bir anda karşısında görünce çok sevinmiş. İyice hasret giderdikten sonra tıpkı dev anasının dediği şekilde hediye sandığını beraberce bir odaya götürüp açmışlar. Bu arada kız, dev anasını ve onun yanında görüp yaşadıklarını da bir bir anlatmış. Olanları öğrenen üvey ananın içini büyük bir kıskançlık kaplamış.

“O kızı kurda kuşa yem olsun diye dağ başına bıraktırmıştım. Oysa oralarda ölmek bir yana; büyük bir zenginlikle geri döndü. O halde kendi kızımı da aynı şekilde aynı yere bıraktırırsam onun da başına talih kuşu konar ve biz de zengin olabiliriz.” diye düşünmüş. Bu amaçla kocasına: “Kendi kızını nereye bıraktıysan benimkini de oraya götürüp bırak” demiş. Kocası önce kadının isteğini yerine getirmek istememiş ama kötü kalpli kadının ısrarlarına daha fazla dayanamayarak, üvey kızını da aynı yere bırakmış. Günün sonunda üvey ananın kızı da öksüz kız gibi dev anasının bulunduğu yere doğru yürümüş. Dev anasını karşısında görünce o da öksüz kız gibi çok korkmuş ama sonra öksüz kızın anlattıkları aklına gelince; hemen onun yaptığı gibi dev anasının eteğine yapışmış. Dev anası da tıpkı öksüz kıza yaptığı gibi bu kıza da yavru yılanlara bakma görevi vermiş. 

Kız, yılanlarla başbaşa kaldığı zaman onlara hep kötü davranmış. Yemeklerini soğuk vermiş. Azarlamış, cezalandırmış… Akşam olup da dev anası geldiğinde ise yavru yılanlar kızı şikayet etmişler: “Yemeklerimizi hep soğuk veriyor. Bize kötü davranıyor, hakaret ediyor.” demişler. Dev anası hiçbir şey söylememiş. Yavru yılanların şikayetleri ve dev anasının suskunluğu günler boyu devam etmiş…

Sonunda bir gün dev anası: “Kızım, artık senin hizmetlerine ihtiyaç kalmadı. Ne dileğin varsa bana söyle.” demiş. Kız da evine, annesinin yanına dönmek istediğini, giderken kendisine de tıpkı öksüz kıza yaptığı gibi içi hediyelerle dolu kıymetli bir sandık vermesini” söylemiş. Dev anası: “Hay hay” demiş. Kızı ve içini doldurduğu kıymetli bir sandığı arabaya yükleyip, yolcu etmiş. 

Kız eve varınca anasıyla hasret gidermiş. Sandığı da kocası görmesin diye gizlice bir odaya taşımışlar. “Acaba içinde ne var?” diye merak edip açtıkları zamansa sandığın içinden fırlayan bir dolu yılan, kötü kalpli ve kıskanç üvey ana ve kızını sokmuşlar. Baba ve kızı ise dev anasının verdiği altın ve mücevherlerle bir daha kimseye muhtaç olmadan mutlu mesut yaşamışlar…

You may also like

TURNA BABA

TURNA BABA

TURNA BABA, Bir zamanlar varmış, bir zamanlar yokmuş, bir köyde fakir bir adam varmış. Bu ...

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir