Çok eski zamanlarda çocukların gülmediği, kuşların ötmediği, güllerin kokmadığı bir ülke vardı. Bu ülkeyi bu duruma getiren Nuşirevan adında bir hükümdardı.
Bu kişi hükümdar olduğu ilk yıllarda o kadar kötüydü ki onu gören insanlar, hatta hayvanlar bile ondan korkar, kaçardı. Bu hükümdar, haklı olanların hakkını vermez, güçsüz olanlara yardım etmezdi. Ülkenin sorunlarıyla hiç ilgilenmezdi. Bu yüzden ülke perişan hâldeydi.
Bu zalim hükümdar, günlerden bir gün adamlarıyla ava çıktı. Bir süre avlandı. Sonra yorulup veziriyle birlikte bir ağacın dibine oturdu. Biraz sonra yanlarındaki ağaca iki baykuş kondu. Baykuşlar öt meye başladı. Baykuşların ötüşü hükümdar Nuşirevan’ın dikkatini çekti. Vezirine dönerek,
– Vezirim, şu baykuşları duyuyor musun, dedi. Sanki kendi aralarında söyleşiyorlar. Keşke kuşların dilini bilseydik de ne konuştuklarını anlayabilseydik.
Çok zeki biri olan vezir, halkın içinde bulunduğu sıkıntılı durumu hükümdara anlatabilmek için bunu fırsat bildi. Kulak kabartıp kuşları dikkatlice dinlermiş gibi yaptı. Sonra,
– Hükümdarım! Bu iki baykuş birbiriyle arkadaşmış, dedi.
Vezirin sözüne şaşıran Nuşirevan,
– Sen kuş dili bilir misin? diye sordu.
Vezir,
– Bilirim hükümdarım. Ama bunların ne konuştuklarını size anlatırsam beni cezalandırmanızdan korkarım, diye cevap verdi. Nuşirevan,
– Söz, sana bir şey yapmayacağım. Hadi anlat; baykuşlar ne konuşuyor, dedi.
Hükümdara bir ders vermek isteyen vezir söze başladı:
– Hükümdarım, kuşlardan biri diğerinin kızını oğluna istiyor. Öbürü de naz yaparak ancak bir şartla kızımı veririm, diyor.
Bu meseleye iyice şaşıran Nuşirevan vezirine,
– Eee… Sonra, diye merakla sordu.
Veziri devam ederek,
– Kızı olan baykuş, oğlu olan baykuşa “Eğer bana bir harabe verirsen ben de senin oğluna kızımı veririm.” diyor. Oğlanın babası baykuş ise memnun bir şekilde gülümseyerek, “İstediğin bu olsun. Zaten her yer harabe dolu. İnsanlar Nuşirevan’ın zulmünden kurtulmak için evlerini boşaltıp kaçıyorlar. Başımızda Nuşirevan gibi bir hükümdar oldukça sana bir değil on tane harabe veririm. Yeter ki sen kızını be nim oğluma ver.” diyor.
Vezir,
– İşte hükümdarım baykuşların konuştuklarından benim anlayabildiklerim bunlar, dedi.
Nuşirevan, vezirin ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Halkına zulmettiği için üzülmüştü. Avı bırakıp doğruca sarayına döndü. Kendi kendine, “Bundan sonra hiç kimseye kötülük yapmamalıyım. Ülkemi adaletle yönetmeliyim.” dedi. İnsanlara ve hayvanlara eziyet etmeyeceğine söz verdi.
Hükümdar Nuşirevan o günden sonra insanlara iyilik, hayvanlara yuva yapar oldu. Nerede mutsuz bir çocuk olduğunu duysa ona oyuncak gönderdi, nerede bir ihtiyaç sahibi görse hemen ona yardım etti. Böylece Nuşirevan’ın ülkesinde üzgün insan, harabe bina, gülmeyen çocuk, kokmayan çiçek kalmadı. Hayvanlar bile onu görünce yanına geliyor, onu selamlıyordu. Artık hükümdar Nuşirevan’ın ülkesi insanlar ve hayvanların mutlulukla yaşadığı “Adil Hükümdarın Ülkesi” diye anılır oldu.