
Keloğlan Devler Ülkesinde

Keloğlan Devler Ülkesinde
Keloğlan adında bir delikanlı yaşarmış uzak diyarlarda. Ve masal bu ya buralarda devlerin ülkesi bile varmış. Devlerin ülkesi o kadar ihtişamlıymış ki evleri, sarayları bulutlara kadar uzanır dağlar yanında küçük birer kaya parçası gibi kalırmış. O kadar uzak olmasına rağmen Keloğlanın yaşadığı köyden bile görünürmüş devler ülkesi.
Keloğlan, devlerin yaşadığı diyara sürekli gözlerini diker, uzun uzun seyreder, acaba devler ülkesi nasıl bir diyar, nasıl bir yaşam sürüyorlar diye hayaller kurar dururmuş. Ne zaman o yöne baksa babasının uyarıları kulaklarında çınlar, “Keleş oğlum baktığın diyarlar tehlikeli yerler. Oralardan her zaman uzak durmalıyız. Biliyorsun ki o tarafa giden kimse geriye dönmedi. Bu yaratıklar tehlikeli.” diye söylenir dururmuş. Ama bizim Keleşoğlan’ın aklından bir türlü devler diyarı çıkmıyor, geceleri rüyalarına giriyormuş.
Yine bir gece rüyasında o diyarlarda gezmiş, devlerin ülkesinde oradan oraya dolaşmış. Heyecanla uykudan uyanmış ve kendi kendine:
“Anlaşıldı ben oraya gitmeden asla rahat edemeyeceğim.” demiş ve devler ülkesine gitmeye karar vermiş. Bir sabah anne babası uyurken erkenden kalkmış, akşamdan hazırladığı bohçasını da yanına alarak yola koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş, azığından bir lokma almış, derelerden kana kana su içmiş. Gündüzleri yol almış geceleri yıldızları seyre dalmış. Gördüğü hayvanat yoldaşı olmuş. Derken bir de ne görsün, ormanda genç bir delikanlı ağacın altına oturmuş ağlamakta. Hemen koşarak yanına varır:
— Hayırdır kardeş, buralarda ne yaparsın, neden ağlarsın? Nereden gelir nereye gidersin? der.
Ağlamaklı sesiyle delikanlı cevap verir Keloğlan’a:
— Ben Akköy’den geliyorum. Köyümüzün kaybolan gençlerini ve nişanlımı aramaya çıktım. Nişanlım bir gün ormana odun toplamaya çıktı, bir daha geri dönmedi. Ben de nişanlımı ve köyümüzün insanlarını bulmak için köylüden müsaade isteyip yollara koyuldum. Buralara kadar geldim. Lakin buradan ileriye cesaret edemedim. Geriye dönsem bir daha ahalinin yüzüne bakamam. İleriye gitsem devler diyarında başıma neler geleceğini bilmiyor, korkuyorum. Ne yapacağımı bilemez halde burada kalakaldım.
— Ben de senin gibi devler diyarına giderim. İstersen beraber gidelim, birbirimize yoldaşlık edelim. Hem köylerimizden kaybolanları bulur, hem de burası nasıl bir yerdir, buralar hakkında anlatılanlar doğru mudur, öğrenmiş oluruz.
Keloğlanın bu rahat tavrını gören delikanlı, sevinçle Keloğlanı kucaklar ve:
— Allah senden razı olsun. Bana cesaretimi geri verdin, der.
Delikanlı genç, ağaca yasladığı kılıcını, okunu ve yayını kuşanır. “Haydi gidelim. Görelim Mevla’m neyler neylerse güzel eyler.” der.
İki arkadaş yol boyunca başlarından geçenleri birbirlerine anlatırlar, kim olduklarını, nerede yaşadıklarını, günlerce nerede konakladıklarını konuşa konuşa yollarına devam ederler.
Ve nihayetinde devler ülkesini çepe çevre saran dağın yamacına gelirler. Burayı aşarlarsa devler ülkesine ulaşmış olacaklardır. İkisini de büyük bir heyecan sarar. Keloğlan:
— İstersen bugün burada konaklayalım yiğidim. Hem aç olan karnımızı doyurur hem de dinlenmiş olarak yarın yola devam edebiliriz, der.
İki yoldaş da o kadar yorulmuşlardı ki hemen uyuyakalırlar. Sabah uyandıklarında, her taraf kapkaranlıktır, sanki bulutlar yerlerinden sökülmüş, yerine karanlık bir gökyüzü gelmiştir. Birbirlerine neler oluyor diye bakarlar ama ne olup bittiğine bir anlam veremezler.
Meğerse havanın bu kadar karanlık olmasının nedeni, tepelerinden onları seyreden Küçük dev yavrusuymuş. Uyanmalarını bekleyen dev kocaman gözlerini dikmiş onları seyrediyormuş. Dev, uyandıklarını ve korktuklarını görünce onlara seslenir:
— Benden korkmayın sakın! Ben sizden kat ve kat büyük olabilirim ama size zararım dokunmaz, der.
Bunu der demez, bir anda yer sarsılmaya başlar. Keloğlan ve arkadaşı çığlıklar içinde kendilerini bulutların üstünde bulurlar. Dev onları sinesine oturtur. Biraz önce altında uyudukları ağaç ufacık bir dal parçası gibi kalır. Yanında yolculuk yaptıkları dereler ince bir çizgi gibidir artık. Günlerce uğraşıp aşacakları dağı bu şekilde bir çırpıda aşıverirler.
Artık devler ülkesindeydiler. Keloğlan günlerce uzaklardan seyredip hayaller kurduğu diyardaydı artık. “Devler Ülkesi” işte karşısındaydı. Bu ne kadar da muhteşem bir yerdi böyle. Evler gökdelenlerle yarışıyor, yolların uzunluğu fizana uzanıyordu adeta. Rengârenk bahçelerde devler oturuyor, her yer dev kaynıyordu. Yiğit ile Keloğlan ağızları açık vaziyette etrafı izlerken, küçük dev onları diğer evlere benzemeyen, daha görkemli, etrafı korumalı, bizdeki sarayı anımsatan bir kaleye doğru götürür. Askerler kapıda devi selamladıktan sonra içeriye girdiler. Meğerse bizim dev, devler ülkesinin padişahının oğluymuş.
Bir insanın günlerce yürüyerek bitirebileceği sarayın koridorlarından geçerler ve padişahın huzuruna varırlar. Küçük dev onları bulduğu yeri anlatır babasına. Ne kadar korktuklarından bahseder.
Devler padişahı gülümser. Bizimkilere dönerek o gürleyen sesiyle:
— Bizden hiç çekinmenize gerek yok. Bizler sizi asla incitmeyiz. Sizin gibi ülkemize gelen insanları biz her zaman misafir etmişizdir, der.
Bunu duyan Yiğit çok sevinir. Belki nişanlısı da bu insanların arasındadır. Ölmemiş, hayattadır.
Devler sultanı konuşmaya devam eder:
— Sizin ülkenin insanları ormanda yollarını kaybediyor, bizim diyarlara kadar geliyor, biz de onları misafir ediyoruz, der ve küçük oğluna dönerek:
— Haydi, misafirlerimizi daha fazla bekletmeden konaklayacakları yere götür, der.
Dev yine yürümeye başlar, koridorları geçer, sarayın arka bahçesine doğru yönelir. Ağaçların arasında bir takım karartılar vardır. Bir de bakarlar ki bahçede güle şakalaşa konuşan birçok insan var. Evet, köylerinden kaybolan insanlardır bunlar. Küçük dev Keloğlanı ve yol arkadaşını yere yavaşça indirir. Keloğlan küçük deve karşı dönüp kafasını gökyüzüne diker ve bağırarak seslenir:
— Bize gösterdiğin bu misafirperverlik için sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum Dev kardeş. Sağ olasın, der.
Yiğit, nişanlısına kavuşur. Hem nişanlısı hem de köydeki bütün insanlar buradadır. Meğerse buradaki ikram ve ilgiden dolayı bir türlü burayı terk edememişler. Hakikaten burası o kadar güzel bir yermiş ki insanlar dönmeyi düşünmezler, hep burda kalmak isterlermiş.
İnsanlar arasında konuşulan Devler Ülkesi gerçeği böylece ortaya çıkmış oldu. Bizim keleş oğlanın merakı onu taa buralara kadar getirdi. Devler insanları yiyen, onları öldüren yaratıklar değildi. Hiç bir zaman da olmamışlardı. Sadece insanları misafir etmişlerdi o kadar. Keloğlan ve Yiğit arkadaşı birbirlerine sarıldılar ve mutlu bir şekilde başlarından geçenleri orada bulunan insanlara anlattılar.
Peki, Keloğlan ve arkadaşı ülkelerine geri dönmüşler mi? Orasını bilemiyoruz ama uzun bir vakit devler ülkesinde kaldıkları kesin.
Evet, masalımı büyük bir merakla okuyan siz değerli arkadaşım!
Araştırmadan ve soruşturmadan bir söze inanmanın sonuçlarını gördünüz. Eğer Keloğlan da diğerleri gibi devleri insanları öldüren bir canavar zannedip hiç araştırmasaydı gerçeği öğrenemeyecekti değil mi?
Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de Allah bizlere ne buyurmuş biliyor musunuz:
“Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun aslını araştırın. Yoksa bilmeden bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurat Suresi, 6. ayet)
“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır…” (Hucurat Suresi, 12. ayet)
Sizleri Allah’a emanet ediyorum 🙂
Yazan :Bayram MİROĞLU