
İslam’ı Yaşamak ve Yaşatmak

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’ni bir köye davet ettiler. Ramazan-ı şerifi O’nun vaazları, sohbetleri ve irşadları ile dolu dolu değerlendirmek istediklerini ilettiler. O mübârek zat kabul edince derhal kendisini getirmek üzere bir adam yolladılar. Adam, ücret mukabili bu tür hizmetler yapan gayr-i müslim bir kimse idi. Muhtemelen rehberlik edeceği kimsenin yaşlı olması dolayısıyla; o biner, kendisi de yayan dizginleri tutarak bir yolculuk olur diye sadece bir at ile hareket etti. İbrahim Hakkı Hazretleri’nin yanına vardı, onu ata bindirdi ve yola çıktılar. O, önde atın ipini tutuyor, Hazret de at üstünde sükûnetle ilerliyorlardı. Bir müddet sonra o büyük Allah dostu seslendi:
—Evlâdım, ata binme sırası sana geldi!
Adam şaşırdı, kabullenmedi:
—Olmaz hocam, benim işim bu. Siz yolcu, ben rehber, usül böyle.
Fakat İbrahim Hakkı Hazretleri hatırlattı:
—Evlâdım, bizim Peygamberimiz Bedir Harbi’ne giderken bir deveye nöbetleşe bindi, ben kim oluyorum ki aksini yapayım! Sonra O’nun ardından Hazret-i Ömer de Kudüs’e giderken kölesiyle nöbetleşe deveye bindiler. İtiraz etme boşuna; buyur, sıra sende!
Zavallı halâ şaşkındı:
—Aman hocam, bu durumu köylüler duyarlarsa, hem ücretimi vermezler hem de beni iyi bir paylarlar.
Bunun üzerine o mübârek Allah dostu, tebessüm ederek şöyle dedi:
—İkimiz de yolcuyuz, ebediyet yolcusu. Son nefeste ne olacağımız belli değil. Senin korku ve endişen köylülerin ne diyeceği, benim endişem ve korkum ise Allah’ın huzurunda vereceğimiz hesap! Eğer ben Peygamber’imin yaptığı gibi yapmazsam, mahşerde ne cevap veririm?
Adamcağız çaresiz boyun büktü. Yol boyu sırayla ata bindiler. Fakat takdir bu ya, tam köye geldiklerinde sıra adama gelmişti. Tıpkı Hazret-i Ömer’in Kudüs’e girişinde sıranın kölesine gelmesi gibi. Gayr-i müslim rehber, İbrahim Hakkı Hazretleri’ne:
—Hocam, ben hakkımdan vazgeçtim, bari köye at sırtında siz girseniz!
O kâmil insanın tercihi ve kararlılığı belliydi:
—Kudüs’e girerken Hazret-i Ömer, aldığı Peygamber ahlâkını şehrin dışında bırakmadı. O ahlâk ile şehre girdi. Çünkü o ahlâk ve bağlılığı sayesinde Kudüs fatihi olmuştu.
Mübârek zat, derin bir nefes aldı ve ekledi:
—Devam evlâdım, sıra sende!
Nihayet, atın önünde İbrahim Hakkı Hazretleri, atın üstünde de gayr-i müslim, bu şekilde köye girdiler. Köylüler, gördükleri vaziyet karşısında birden öfkelendiler. Hemen koştular ve başladılar söylenmeye:
—Seni gidi haddini bilmez gafil! Ne bu densizlik? Kendin saltanat tahtına oturmuş gibi at üstündesin, koca üstad da sıradan bir çırak gibi ip elinde yaya. Olacak şey mi bu?
Adamcağız birkaç şey diyecek oldu. Kimse dinlemedi. İfadeler belki daha alevlenecekti ki, İbrahim Hakkı Hazretleri devreye girdi:
—Yârenler, beni buraya sizi irşada çağırmadınız mı?
-—Evet Efendim.
—Öyleyse ilk nasihatim: Hazret-i Peygamber’in Bedir Harbi’ne giderken bir deveye nasıl sırayla bindiğini ve Hazret-i Ömer’in de Kudüs’e girerken sıra kölesine geldiği için onu bindirdiğini hatırlatmaktır
Böyle son nokta konuldu. Her kes sükût etti. İlk andaki öfke, yerini güzel duygulara bıraktı. O hissiyat içinde köylülerden bir şahıs, rehberlik eden gayr-i müslime yaklaştı, şu teklifte bulundu:
—Yahu, bunca fazilete şahit oldun. Daha ne bekliyorsun? Kelime-i şahadet getirsene!
İçinde fırtınalar kopan rehber önce sessizleşti. Sonra da oradakilere şunları söyledi:
—Bu çağrınız sizin dininize ise imkânsız. Fakat davetiniz bu mübarek zâtın dinine ise ben ona yolda iken inandım zaten.
ALINTI