
İhtiyar Balıkçı ve Oğlu

Güzel ve küçük bir balıkçı kasabasında, ihtiyar bir balıkçı oğluyla birlikte yaşarmış.
Yoksul balıkçının dededen kalma küçük ve eski bir kayığı varmış. Balıkçı, her sabah dededen kalma eski kayığı ile denize açılır, ağlarını atar ve artık Allah ne kadar dilerse o kadar balık yakalarmış. Gün sonunda eğer yakalayabildiyse, yakaladığı balıkları kovaya doldurur ve pazara götürüp satarmış. Balık satarak kazandığı azıcık para ile de evin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır, böylece kıt kanaat geçinip giderlermiş.
Balıkçı, son zamanlarda yaşı giderek ilerlediği için artık kayığıyla denizde eskisi kadar uzaklara açılamıyor, bu yüzden de balığın bol bulunduğu açık denizdeki bölgelere ulaşamıyormuş. Böyle olunca da eskisinden daha az balık yakalayabiliyor, bu nedenle de eskisinden daha az balık satabildiği için evine daha az para getirebiliyormuş.
Balıkçı, hem baba mesleğini öğrenip devam ettirsin hem de kendisinden sonra geçimini kimseye muhtaç olmadan sağlayabilsin diye oğlunu da yanında balık tutmaya götürürmüş. Tabi bunun için havanın uygun olduğu zamanları seçermiş. Çünkü yaşadıkları kasaba çok büyük, uçsuz bucaksız bir denizin kıyısında kurulmuş olduğundan bazen büyük fırtınalara sahne olurmuş. Havanın fırtınalı olduğu zamanlarda bırakın balıkçının dededen kalma küçük kayığını, kasabanın balıkçı limanında demirli büyük balıkçı tekneleri bile bazen günlerce denize açılamazmış.
Günlerden bir gün, hava önce gündüz vakti aniden kararmış. Sonra denizden balıkçı kasabasına doğru, başlarda yavaş yavaş, sonrasında ise giderek şiddetlenen bir şekilde soğuk soğuk rüzgarlar esmeye başlamış. Bir süre sonra rüzgar o kadar şiddetlenmiş ki denizde oluşturduğu dalgalar, neredeyse limanda demirli büyük balıkçı teknelerinin boyu kadar olmuş. Tabi balıkçı kasabasının limanı kocaman ve güçlü bir dalgakıranla korunduğu için denizden gelen dev dalgalar, bu dalgakırana çarpıp etkisini kaybediyormuş. Böylece limanda demirli balıkçı tekne ve kayıkları da dev dalgalardan dolayı öyle ciddi bir zarar görmüyorlarmış. Ancak rüzgarın etkisiyle sağa sola beşik gibi sallanıp duruyorlarmış.
Fırtına, kasabanın korunaklı limanında demirli teknelere zarar vermediği için başlarda her şey yolunda gidiyor gibi görünmüş. İhtiyar balıkçı ve oğlu bunun için Allah’a şükrediyorlarmış. Ancak durumun hiç de başlarda zannettikleri kadar iyi olmadığını çok geçmeden anlamışlar. Çünkü fırtına bu sefer daha önceden alışkın oldukları diğer fırtınalardan daha uzun sürmüş. Fırtınanın başlamasının üzerinden neredeyse bir hafta geçmesine rağmen şiddetinde hiç azalma olmamış. Yakın bir zamanda da bitecek gibi görünmüyormuş. Böyle olunca da yoksul balıkçı ve oğlu uzun süre balık yakalamak için denize açılamamışlar. Balık yakalayıp pazarda satamamışlar. Bir söre evdeki erzaklarla idare etmeye çalışmışlar ama zaten az olan evdeki yiyecekler, onları birkaç günden daha fazla idare etmemiş ve tamamen bitmiş.
Soğuk ve açlığın etkisiyle, bir süre sonra ihtiyar balıkçı bitkin düşüp hastalanmış. Balıkçının oğlu genç olduğu için babasından daha dayanıklıymış. Babası gibi hastalanmamış. Balıkçının oğlu hastalanan babasına elinden geldiğince iyi bakmaya çalışmış ama evde bir tas çorba yapacak kadar bile yiyecek kalmadığı için babası her geçen gün daha da bitkin düşüyormuş. Bu duruma çok üzülen balıkçının oğlu, bakmış ki olduğu yerde üzülüp ağlamaktan, hayıflanmaktan kimseye fayda yok; hava fırtınalı da olsa denize açılıp, az da olsa balık yakalamaya karar vermiş. Yakaladığı balıkları satamasa bile en azından babasına sıcak bir balık çorbası yaparak iyileşmesine yardımcı olabileceğini düşünmüş. Allah’tan fırtına bir ara azalır gibi olmuş. Balıkçının oğlu da fırtınanın dinginleşmesini, Allah’ın bir lütfu olarak görmüş ve fırsattan istifade; hemen dededen kalma kayık ile denize açılmış.
Ağlarını denize atmış atmasına ama birkaç küçük balıktan başka bir şey yakalayamamış. Meğer fırtınanın yol açtığı şiddetli dalgalardan dolayı, denizdeki balıklar, her zaman yüzmekte olduklarından daha derinlere kaçmışlar. Balıkçının ise derinlere kadar salacak büyük bir ağı yokmuş. Zaten fırtına da bu geçici dinginliğin ardından yine şiddetlenmeye başlayınca, balıkçının oğlu “Olduğu kadar, olmadığı kader” deyip, yakaladığı üç-beş balığı kendisine lütfettiği için Allah’a şükretmiş ve fırtına tekrar şiddetlenmeden alelacele karaya çıkmış.
Yakaladığı üç-beş küçük balığı, “Belki satıp biraz para kazanır, kazandığım para ile babama ilaç alabilirim” düşüncesiyle hemen pazara götürmüş. Ancak fırtına yüzünden kimse denize açılmaya cesaret edemediği için kimsenin satacak balığı yokmuş. Bu yüzden de kasabanın balık pazarı kapalıymış. Genç balıkçı dert etmemiş. Allah’a tevekkül edip “En azından yakaladığım balıkları eve götürüp babamla karınlarımızı doyurabiliriz” diye düşünüp, teselli bulmuş.
Bu düşüncelerle eve doğru giderken karşısına; yırtık pırtık elbiseler içinde yaşlı bir adam çıkmış. İhtiyarlık ve açlıktan olsa gerek, bir deri bir kemikmiş yaşlı adam. Genç balıkçıya yaklaşıp “Allah rızası için evladım. Ben geçimini sağlamak için çalışamayacak kadar yaşlı ve aciz bir ihtiyarım. Günlerdir boğazımdan bir lokma geçmedi. O elindeki balıkları bana verirsen çok sevaba girersin.” demiş.
Balıkçının iyi kalpli genç oğlu, önce kendisinin ve babasının acınası durumunu sonra karşısındaki aciz ihtiyarın içler acısı halini kafasında şöyle bir tarttıktan sonra kararını vermiş.
“Bu adamın durumu bizimkinden kötü. Zaten elimdeki balıklar bizim sadece bir öğünlük ihtiyacımızı karşılamaya yeter sadece. Sonrası yine açlık. Pekala bu balıklar olsa da olmasa da sabredebileceğimiz kadar sabrederiz. Gerisi için Allah kerim.” deyip, elindeki balıkları ihtiyar adama vermiş ve evinin yolunu tutmuş.
Eve vardığında, nerelerde olduğunu soran babasına başından geçenleri bir bir anlatmış. Babasının, balıkları başkasına verdiği için kızacağını düşünürken tam tersi olmuş.
Babası, “Aferin oğlum” demiş. “Kendisinin ihtiyacı olmayanı herkes verir. Önemli olan kendi ihtiyacın varken de başkalarına yardım edebilmektir. Allah böyle yapanları daha çok sever. Hem Allah kerimdir. Başkalarına yardım eden ve iyilik yapanların iyiliklerini boşa çıkarmaz. Belki Allah bize bundan daha çoğunu ve daha iyisini verir.” demiş.
Babası sözlerini bitirir bitirmez evin kapısı çalınmış. Balıkçının oğlu merakla kapıya yönelmiş. “Hayırdır inşallah… Haftalardır halimizi hatırımızı sormak için bile gelen giden, kapımızı çalan olmamıştı. Böyle bir günde kim olabilir ki acaba?” diye düşünerek kapıyı açmış.
Kapıda, elinde altın tepsi içinde kocaman bir balıkla, tanımadığı bir adam duruyormuş. Balıkçının oğlu daha “Kimsin, necisin?” diye sormaya fırsat bulamadan adam söze girmiş:
“Bu altın tepsi içindeki balığı, az önce yaptığınız iyiliğe karşılık olarak, ihtiyar bir adam size gönderdi. ‘Balık da içinden çıkanlar da size helaldir’ dedi.” demiş.
Genç adam, şaşkınlıkla kapıdaki yabancının elindeki kocaman balığı alıp mutfağa götürmüş. Arkasını döndüğünde adam ortalarda yokmuş.
İhtiyar balıkçı ve iyi kalpli, yardımsever oğlu balıktan ziyade balığın üzerinde geldiği altın tepsiye sevinmişler. Çünkü isteseler sadece bu tepsiyi satarak bırakın karınlarını bir öğün doyurmayı, birkaç tane balıkçı teknesi satın alıp tonlarca balık yakalayabilir ve zengin olabilirlermiş. Ama onları asıl sürpriz, pişirmek için temizlemek amacıyla balığın karnını yardıklarında bekliyormuş. Balığın karnından neredeyse yumruk büyüklüğünde, kocaman, ışıl ışıl bir elmas çıkmış…
Sevinç ve şaşkınlıktan, olanları anlamakta güçlük çeken balıkçının oğlu, soran gözlerle babasına baktığında, görmüş geçirmiş, tecrübeli bir adam olan ihtiyar balıkçı, durumu oğluna şöyle açıklamış:
“O gördüğün aciz ihtiyar var ya oğlum… Hızır’mış. Hızır aleyhisselam, eğer Allah dilerse yardıma ihtiyacı olanlara en zor anlarında görünüp onlara yardım eden bir Allah dostudur. Ama yardım etmeden önce, buna gerçekten layık olup olmadığını anlamak için önce seni bir imtihandan geçirir. Eğer sen, kendin ihtiyaç içindeyken bile başkalarına, karşılık beklemeksizin yardım edebilecek kadar fedakar ve iyi yürekli biri isen senin yaptığın küçücük bir iyilik karşılığında sana kat kat daha büyük iyiliklerde bulunur.”
İhtiyar balıkçı ve oğlu, altın tepsi ve elması satarak zengin olmuşlar. Kazandıkları paralarla sürekli iyilik yaparak hayatlarının sonuna kadar mutlu olmuşlar…
[Alıntı]