HEİDİ BİRÇOK ŞEY ÖĞRENİYOR, EVDE kaldığı süre boyunca büyükanne her gün öğleden sonra Clara’nın yatağı yanında oturuyor, o dinlenmek üzere
yattığında uyuyuncaya kadar onu bekliyor, daha sonra Heidi’yi kendi odasına
çağırıp onunla konuşuyor, çeşitli konularla onu oyalamaya çalışıyordu.

Büyükannenin bir sürü oyuncak bebekleri vardı. Heidi’ye bebeklere giydirmek için elbiseler, paltolar dikmeyi de öğretmişti. Böyle böyle Heidi hiç farkında olmadan dikiş dikmesini de biliyordu artık.

Okumayı da bildiği için, ara sıra büyükanneye yüksek sesle kitap okuyor, bu onu çok eğlendiriyordu. Okudukça, hikâyeler onu daha çok sarmaya başlamıştı. Ama gene de hiç bir zaman tam anlamıyla mutlu görünmüyordu Heidi. Pırıltılı gözleri eskisi gibi parlamıyordu. ‘

Büyükannenin gideceğine yakın, son hafta içinde Heidi bir gün onun odasın-
da otururken büyükanne birden, «Söyle bana yavrum,» dedi. «Neden mutlu değilsin? Yüreğinde bir üzüntü mü var?»

Heidi, «Evet,» diye başını salladı.

«Tanrı ya anlattın mı?»

«Evet.»

«İşler düzelsin, eskisi gibi mutluluk gelsin diye her gece dua ediyor musun?»

«Yoo, hayır,» dedi Heidi. «Artık hiç dua etmiyorum.»

«Neden, Heidi? Neden artık dua etmiyorsun?»

«Yararı yok. Tanrı hiç dinlemiyor. Sebebini anlamak da kolay. Frankfurt’ta
yaşayan bu kadar insanın, hepsi ona dua ederken, elbette’ tümünü birden dinleyemez. Beni duyamıyor galiba!»

«Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun, Heidi?»

«Haftalar boyunca aynı şey için her gün dua ettim, gene de yapmadı.»

«Ah, Heidi! Tanrıyı bu şekilde düşünmek çok yanlış. O bizi yaratan babamızdın Bizim için en iyi şeyin ne olduğunu O çok iyi bilir. Bazen biz bilemeyiz, ama O bilir. Eğer kendimiz için iyi olmayan bir şey istersek, O, bize onu değil, hakkımızda daha hayırlı olan şeyi verir. Bıkmadan, içten gelerek dua etmeyi sürdürürsek, Tanrı’dan uzaklaşmadan, inancımızı kaybetmeden beklersek, dualarımız kabul olacaktır. Anlıyor musun, Heidi? O istediğin şey senin için iyi bir şey değilmiş. Daha doğrusu, bugün için sana iyi gelmeyecek bir şeymiş. Yoksa Tanrı seni elbette duymuştur. O, herkesi, her zaman duyar. Çünkü, Tanrı’dır O. Senin, benim gibi insan değildir. Sana neyin yararlı olacağını bildiği için de, ‘Heidi istediğini elde edecek ama, şimdi değil,’ demiştir. ‘Onu ancak kendisi için iyi olduğu zaman elde edecek. Çünkü ona
istediğini hemen verirsem, günün birinde bunun iyi olmadığını anlayacak, ve bana, ‘Tanrım, neden duamı kabul ettin?’ diyecektir.’ ‘Bana verdiğin şey hiç de sandığım kadar iyi olmadı,’ diyecektir. Tanrı seni her zaman izlediğine göre, sen de O’na güvenmeliydin. Her dört dinle O’na koşmalı, O’na dua etmeliydin. Ama sen Ondan kaçtın. Dua etmeyi bıraktın. Tümüyle unuttun O’nu!..

«Oysa birisi senin gibi davrandığı zaman, Tanrı, onun sesini dua edenlerin arasında artık işitmemeye başlar. O zaman da onu kendi haline bırakır. Sonra o insanın bir derdi olunca, ‘Bana yardım edecek kimse yok!’ diye yakınmaya başlayınca, Tanrı da ona, ‘Benden niye kaçtın?’ der. ‘Kaçarsan sana yardım edemem.’ Sen böyle olmasını mı istiyorsun, Heidi? Yoksa, gene O’na gidip, kaçtığın için bağış dilemeyi, her gün dua etmeyi, O’nun her şeyi düzelteceğine inanmayı, tekrar mutlu olmayı mı istiyorsun?»

Büyükannenin söylediği her söz küçük kızın ta yüreğine dokunuyordu. Sonunda pişman bir sesle, «Hemen Tanrı’ dan beni bağışlamasını isteyeceğim ve bir daha da O’nu unutmayacağım,» dedi.

«Aferin ‘sana. Zamanı gelince O, sana yardım edecektir, hiç korkma!»

Bunun üzerine Heidi, hemen odasına koştu, Tanrı’ya kendisini bağışlaması ve
bir daha unutmaması için dua etti.

Büyükannenin gidişi, hem Clara, hem Heidi için çok üzücü bir olaydı. O gün ikisi de pek sessizleşmişlerdi. Ama büyükanne işi bir parti havasına sokmakta direniyordu. O zaman çocukların kendi gidişine o kadar üzülmeyeceğini düşünmüştü. Yaşlı kadın, arabasına binip uzaklaştıktan sonra, ev birden çok boş, çok sessiz gibi görünmeye başladı. Clara da, Heidi de kendilerini kaybolmuş gibi hissettiler.

Ertesi gün öğleden sonra çocuklar birlikte otururken Heidi, Clara’ya her gün yüksek sesle kitap okumayı önerdi. Clara bu fikre çok sevindi, Heidi de büyük bir istekle işe koyuldu. Ama okudukları ilk hikâye, ölen bir büyükanneden söz ediyordu. Okuduğu hikâyelerin hepsini çok ciddîye alan, her kelimesinin doğru olduğuna inanan Heidi, birden bu ölenin Alm dağındaki nine olabileceğini düşündü ve göz yaşlarına boğuldu. Clara, ona bu ninenin bambaşka bir nine olduğunu anlatmaya çalıştı ama, bir kere Heidi’nin kafasına böyle bir şeyin olabileceği düşüncesi girmişti artık. Birden ninenin, hatta dedenin de ölebileceği, kendisinin o sırada çok uzaklarda olabileceği, sonunda Alm dağına döndüğünde, oradaki bütün canlıları sessiz ve ölü bulabileceği, kendisinin yapayalnız kalabileceği, sevdiklerini bir daha hiç göremeyebileceği aklına geldi. Bu düşünceler daha da yüksek sesle hıçkırarak ağlamasına sebep oldu.

Clara, onu avutmaya çalışırken, Bayan Rottenmeier de odaya girdi. Heidi hâlâ hıçkırmaya devam ettiği için, kadın, «Adelheid!» diye seslendi. «Yeter artık!
Her okuyuşta böyle tepki gösterirsen, o kitabı elinden ahnm!»

Heidi bu sözler üzerine sapsarı kesildi. Kitap, onun en değerli malıydı. Çabucak gözyaşlarını kuruladı. Bu yöntem işe yaramıştı. Artık okuduğu hikâye ne olursa olsun, Heidi hiç ağlamıyordu. Ama bazen göz yaşlarını tutmak öyle güç oluyordu ki, Clara ona, «Yüzün ne biçimlere giriyor, Heidi!» diyordu. Ama yüzünün değişik biçimlere girmesi hiç değilse, sessizce olabiliyor ve böylelikle de Bayan Rottenmeier’in dikkatini çekmiyordu.

Heidi, yeniden iştahını kaybetmeye başladı. Öylesine zayıfladı, öylesine soldu ki, sofrada uzatılan yemekleri almadığını gören Sebastian da üzülmeye  başladı.

Bazen bir servis tabağını küçük kızın önüne tutarken, «Şundan biraz alın, Bayan Heidi,» diye fısıldıyordu, «öyle güzel ki! Yok, o kadarcık değil, tepeleme
dolu bir kaşık alın! İkincisini de alın!»

Ama yararı olmuyordu bu sözlerin… Heidi, hemen hemen hiç bir şey yemiyordu artık. Geceleri yatağına yattığı zaman evini düşünüyor, orada neler olup bittiğini merak ediyor, sonra yüzünü yastığa gömüp sesini saklayarak kalbi parçalanırcasına ağlıyordu.

Günler geçip duruyordu. Heidi yaz mı, kış mı olduğunun farkında bile değildi.

Dışarıya baktığı zaman, yalnızca gri duvarları ve kiremitli damları görebiliyordu. Sokağa ancak Clara araba gezintisine çıkabilecek kadar iyiyse çıkıyorlar, hiç bir zaman bir-iki sokaktan ileri gitmiyorlardı. Tabiî ne çimen, ne çiçek, ne köknar, ne de dağ görüyorlardı. Heidi’nin hatırladığı güzel şeylere karşı duyduğu özlem de, günden güne büyüyordu.

Sonunda bunları ne zaman hatırlasa, ne zaman sözünü etse, gözleri dolmaya başladı.

Sonbaharla kış geçmiş, artık ilkbahar güneşi karşı evin duvarlarını ışıklandırmaya başlamıştı. Heidi yakında Peter’ in keçilerle Alm’a tırmanma vaktinin geleceğini biliyordu. Çiçekler güneşte parıldayacak, gurup vakti dağlar kıpkırmızı kesilecekti. Heidi odasında otururken karşı duvara vuran güneşi görmemek için avuçlarını gözlerine bastırıyordu. Tek başına, özlemlerine sanla sanla, Clara onu çağırıncaya kadar öylece bekliyordu.

-On birinci Bölüm-

Sihirli Adadaki Büyük Ağaç

You may also like

Heidi

ALMDA BİR KONUK

ALMDA BİR KONUK, SABAHLEYİN gökyüzü pırıl pırıldı. Sabah ışıkları dağların üzerine dökülüyor, tatlı bir rüzgâr köknarların ...
Heidi

YOL HAZIRLIKLARI

YOL HAZIRLIKLARI, GÜZEL bir eylül sabahıydı. Heidi’nin evine dönmesini sağlayan iyi yürekli doktor, Seseman’ların evine doğru ...

Comments

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir