Uzak diyarlarda küçük bir köyde Abdülkadir adından bir çocukla anacığı yaşarlarmış. Abdülkadir köyde dürüstlüğü ve zeki olmasıyla tanınırmış. Köydeki herkes Abdülkadir’i çok severmiş.
O dönemlerde okumak çok zormuş. Her yerde okul ve hoca bulunmuyormuş. Okuma arzusuyla yanıp tutuşan Abdülkadir, Bağdat şehrinde çok bilgili hocalar olduğunu duyar. Bağdat’a gitmek için annesinde izin ister. Tek varlığı olan evladından ayrılmak istemeyen annesi buna başlarda karşı çıksa da Abdülkadir’deki okuma arzusuna dayanamaz ve gitmesine izin verir.
Yola çıkarken annesi zor zamanlar için ayırdığı kırk altını bir keseye koyar ve Abdülkadir’in ceketinin içine diker. Hazırlıklar tamamlanır. Vedalaşırken oğlunun gözlerinin içine bakar ve şunları söyler:
— Canım evladım. Yolun açık olsun. Sana anne nasihatim: Asla doğruluktan ayrılma. Ne olursa olsun yalan söyleme. Unutma; Allah her zaman doğruların yardımcısıdır.
Ana oğul kucaklaşır ve ayrılırlar. Abdülkadir Bağdat’a gitmekte olan bir kervana katılır. Kervan ilerlerken kervandaki yolcular korku ve telaşla bağrışmaya başlar. Eşkıyalar kervanın önünü kesmiştir. Abdülkadir neler olduğunu anlamaya çalışır. Yanındaki ihtiyara kervanın önünü kesenlerin kim olduğunu sorar. İhtiyar:
— Evladım! Bunlara harami yani eşkıya derler. Bunlar çalışıp para kazanmazlar. Zorla insanların mallarını, paralarını alırlar. Kervandaki herkesi soymak için yolumuzu kestiler, der.
Eşkıyalar tam da ihtiyarın anlattığı gibi herkesin malına el koyarlar. Sonra tüm yolcuları sıraya dizip her birinin üstünü aramaya başlarlar. Sıra Abdülkadir’e gelmiştir.
Abdülkadir’in yanına gelen eşkıya onu tepeden aşağıya süzdükten sonra fakir olduğunu, yanında değerli bir şey bulunmayacağını anlar. Üzerini arama ihtiyacı hissetmez. Fakat yine de sorar:
— Hey çocuk! Söyle bakalım üzerinde kıymetli ne var?
Abdülkadir cevap verir:
— Üzerimde sadece kırk altınım var.
Eşkıya kendisiyle dalga geçildiğini düşünüp sinirlenir. “Demek öyle” deyip sinirle üzerini arar ve kırk altını bulur. Şaşıran eşkıya ne yapacağını bilemez Abdülkadir’i reislerinin yanına getirir. Reis, çocuğun doğru söylemesine şaşırır ve
— Neden yanında altın olduğunu söyledin? Söylemesen kimse sende altın olduğunu bilmezdi, diye sorar
Abdülkadir:
— Yola çıkarken anama ne olursa olsun yalan söylemeyeceğime dair söz verdim. Çünkü Allah doğru söyleyenlerin yardımcısıdır. Yalan söyleyerek beni yaratan Allah’ı ve annemi üzmek istemem. Doğruluk, altınlardan daha değer der.
Abdülkadir’in bu sözleri reisi derin düşüncelere iter. Bir süre düşündükten sonra nemli gözlerle adamlarına dönüp şöyle der:
— Ben bu yaşıma kadar insanların mallarını, paralarını çaldım. Bir gün olsun doğru söylemedim, bir gün olsun doğruluk yapmadım. Yaptığım her şey yalandı, yanlıştı. Bu güne kadar çok kötülük yaptım. Fakat bu çocuk bana doğruluğu, insanlığı, bizi yaratana doğru bir kul olmayı öğretti. Yaptığım tüm kötülükler için tövbe ediyorum. Bundan sonra eşkıyalık yapmayacağım. Gelin siz de benim gibi tövbe edin ve eşkıyalığı bırakın.
Reislerini dinleyen diğer eşkıyalar da yaptıklarına pişman olup bir bir tövbe ettiler. Zorla aldıkları malları sahiplerine geri verdiler. O günden sonra doğru ve dürüst insanlar olarak hayatlarını sürdürdüler.
Gerçekten de Abdülkadir’in annesinin söylediği doğru çıktı. Doğruluktan ayrılmayanlara Allah’ın yardımı gecikmiyordu. Anne sözü dinlemek ve doğruluktan ayrılmamak gerektiğini bir kez daha net bir şekilde anlamıştı. Kendisine yardım eden Rabbine şükürler etti.
Bağdat’a gidip okullarda okudu, hocalardan dersler aldı. Büyüyünce Abdülkadir Geylani adıyla anılan ve çok sevilen bir alim oldu, bir çok talebe yetiştirdi.