
Fincancı Katırları

Fincancı Katırları
Hoca bir, gün mezarlıkta gezinirken, olacak bu ya, ayağı kayar, eski, çökmüş bir mezara düşer.
Kalkıp üstünü başını silkerken birden aklına gelir, dur bakayım der, şuraya ölü gibi uzanayım, soru melekleri gelir mi?
Mezara upuzun uzanır, gözlerini kapar, hülyaya dalar.
Tam o sırada uzaktan uzağa çan sesleri duyulmaya başlar.
Çan, hayvan, İnsan sesleri gittikçe yaklaşır. Hoca, eyvah der, aksi zamana rastladı tecrübem o ki galiba kıyamet kopuyor.
Dur bakayım, dünya ne halde?.
Birden kabirden davranıp kalkar. O sırada da fincan yüklü katırlar, mezarın başına gelmişler; hoca, birden kabirden fırlayınca ürkerler,
çifte atmaya, oraya buraya koşturmaya başlarlar.
Çoğunun yükü devrilir, fincanlar, tuzla buz olur.
Katırcılar, Hoca’yı yakalayıp, kimsin sen, ne arıyorsun burada? derler.
Hoca, ahret ehlindenim, dünyayı seyre çıkmıştım der.
Dur derler biz sana dünyanın kaç bucak olduğunu gösterelim.
Hepsi birden, başına üşüşüp Hoca’yı bir iyice döverler, yere serip, katırlarını toplarlar.
Kırılmayan yükleri yükleyip yollanırlar.
Hoca, zorla kendine gelip kafa-göz, yara-bere içinde, geç vakit evine döner.
Karısı sorar:
— Efendi bu ne hal?
Hoca, öbür dünyadan geliyorum der.
Karısı, ya, peki ne var, ne yok öbür dünyada diye sorar.
Hoca,, şu cevabı verir:
— Fincancı katırlarını ürkütmezsen karıcığım, hiçbir şey yok.