Dürüst ile Hileci

Eski zamanlarda, çok fakir iki adam varmış.

Bunların biri çok yalancı ve hırsızmış; öteki ise hiç bir zaman dürüstlükten şaşmayan, el emeğiyle çalışıp karnını doyuran bir adammış.

Bu Dürüst ile Hileci her zaman tartışırlarmış.

Dürüst:

– Yalancılık günahtır, böyle bir insan hiç bir yerde iyilik görmez, dermiş.

Hileci ise, kendi yaptığı hilelerle ve hırsızlıkları ile övünürmüş.

Yine bir gün böyle uzun süre tartıştıktan sonra Dürüst, Hileciye:

– Arkadaş, bir böyle ne kadar uğraşsak da bir sonuca ulaşamıyoruz. Sen kendi sözünü söylüyorsun, ben kendi sözümü. En iyisi biz büyük bir yola çıkalım da karşımıza kim gelirse soralım, dürüstlük mü iyidir, yalancılık mı? Böylece hangimizin doğru olduğunu anlarız, demiş.

Hiyleci razı olmuş.

Bunlar büyük bir yola çıkmışlar. Gitmişler, gitmişler, bir çiftçiye rastlamışlar:

– Allah yardım etsin, ağa dedikten sonra: Bize söyler misin, dünyada rahat yaşamak için dürüstlük mü iyidir, yalancılık mı? diye sormuşlar.

Çiftçi:

– Yiğitler! Dürüstlükle ömür sürmek zordur. Dürüst olan aç olur, üstü başı, giyimi kuşamı olmaz.

Yalancı ise her zaman tok gezer, benim diyen elbiseler giyer, her zaman rahat bir ömür sürer.

Bizim işi alalım meselâ. Dürüstlükle bir iş işlemek mümkün değildir. Gece gündüz, yorulup yıkılıncaya kadar çalışırsın, Ağanın gönlü olsun deyip işlersin.

Yine de akşam olunca bütün yaptıkların havaya gider.

Ağa seni azarlar:

– Tembel herif, çalışmıyorsun. Çalışmadan para kazanmak istiyorsun! der. Haydi, kendiniz hesap edin bakalım, böyle olunca dürüstlükle ömür sürmek kolay mıdır?

Bu sözleri işiten Hiyleci, Dürüste:

– İşte neyin iyi olduğunu gördün mü? demiş. Daha ne kadar gezsen de duyacağın bu sözdür. Haydi, dönüp gidelim.

Dürüst:

– Hayır, ben dürüstlüğün kötü olduğuna inanmıyorum. Haydi daha başka kişilere de soralım, demiş. Hiyleciyle yine yola düşmüşler.

Biraz gidince bu arkadaşlar bir çıngırak sesi işitmişler. Çok geçmeden çok güzel bir yaylı arabaya en iyi atları koşmuş bir zengin tozu dumana katarak karşılarından görünmüş.

Az sonra bunların yanına varmış. Dürüst ile Hiyleci, zengini durdurup çiftçiye sordukları soruyu buna da sormuşlar.

Zengin:

– Ey kardeşler, dürüstlüğün faydası yok, yalancı her zaman rahat eder, demiş de atlarını kamçılayıp yoluna devam etmiş.

Bu sözleri işitince Hiyleci, Dürüst’e öfkelenip:

– Sözünde durmuyorsun, kime sorsak benim fikrimde.

Öyle de olsa, bunlar bir kişiye daha sormaya karar vermişler, yola devam etmişler. Çok geçmeden bir ihtiyarla karşılaşmışlar.

– Dede! Lütfen bize söyle, dürüstlük mü iyidir, yoksa hiylecilik mi? demişler.

İhtiyar öfkelenir gibi olmuş:

– Kendinizin bilmesi gerekir, demiş.

Bu zamanda dürüstün kadri kıymeti yok, dürüstü hor görüyorlar, eziyorlar. Hatta yok yere Sibirya’ya da sürüyorlar. Yalancı ise her yerde rahat görüyor.

Hiyleci daha da sevinip:

– İşittin mi, herkes benim söylediğimi söylüyor, demiş, arkadaşına gülmüş.

Bunlar yolda giderken bir yerde Hiyleci yine hiylekârlık yapmış, hırsızlık yapmış; onun karnını doyurmuşlar, yedirmişler, içirmişler.

Dürüst ise kimi yerde bir dilim ekmek için yüz suyu döker, kimi yerde onu da bulamaz aç kalırmış. O kendisinin bu durumuna üzülmese de Hiyleci:

– Nasıl, dürüstlük iyi mi? deyip gülermiş onun haline.

Böyle uzun zaman gittikten sonra, zavallı Dürüst çok acıkmış.

– Arkadaş! Bir dilim ekmek verir misin? demiş, hiyleciden ekmek istemiş.

– Bir gözünü verirsen veririm, demiş Hiyleci.

– Günahtan korkmazsan ne istersen yap, yalnızca bir dilim ekmek ver, demiş Dürüst.

Hiyleci, arkadaşının bir gözünü almış da ona küçücük bir dilim ekmek vermiş. Yiyip dinlendikten sonra bunlar yine yola devam etmişler.

Giderken, Dürüst’ün hali daha da kötüleşmiş, zorlukla yürüyormuş. Bu, arkadaşından yine ekmek istemiş. Arkadaşı ise yüzünü bile kızartmadan:

-Öteki gözünü de verirsen veririm, demiş. Dürüst:

– Ey kardeşim! O zaman büsbütün kör kalırım, kör olursan ne yaparım ben? demiş. Hiyleci:

– Hadi boş yere konuşma! İkinci gözünü de vermezsen, sana ekmek yok! demiş.

Ne yapsın, Dürüst ikinci gözünü de vermeye razı olmuş.

Arkadaşı o dakika Dürüst’ün gözünü çıkarıp almış.

Şimdi Dürüst, güvenilmez arkadaşı ile gidememiş. Merhametsiz Hiyleci de onu yol ortasında bırakıp gitmiş.

Zavallı Dürüst, bir köy bulabilirim umuduyla, eliyle yoklaya yoklaya bir tarafa doğru yola devam etmiş. Uzun zaman yürüyüp yorularak ne yapacağını bilemeden bir yere oturmuş.

Bu sırada bir ses : “Sağ tarafa git, orada büyük bir ormanda şırıldayıp akan bir pınar var.

Onun suyuyla gözlerini yıkarsan gözlerin açılır. Gözlerin açılınca pınarın yanında bir meşe ağacı görürsün.

Bu meşeye çıkıp gece oluncaya kadar bekle! demiş.

Dürüst, sevinçle sağ tarafa doğru gidip ormanı ve ormandaki pınarı bulmuş. Soğuk pınar suyuyla yıkayınca gözleri açılmış.

Pınarın yanındaki meşe ağacını görmüş ve üstüne çıkmış. Güneş de bu sırada batmışmış. Biraz sonra gece olmuş. Gece yansı olunca, meşenin dibine bir çok cinler toplanmış, gün boyu nerelerde gezdiklerini konuşmaya başlamışlar.

Birisi:

– Padişah kızının yanına gittim. Ben ona üç yıldır eziyet ediyorum, ama beni kovamıyorlar. Beni kovmaları için filân yerdeki Ali Ağanın teşbihini almak gerek, demiş.

Böylece cinler kendi aralarında konuşurken tan atmış, cinler de ortadan kaybolmuşlar.

Cinlerin sözlerini işiten Dürüst de meşeden inip Ali Ağa’nın tesbihini aramaya gitmiş.

Uzun zaman dolaşıp Ali Ağa’yı bulmuş. “Bir yıl yanında çalışırsam teşbihini verir misin, demiş, onun yanında hizmetçi olmuş.

Günler geçmiş, Dürüst var gücüyle çalışmış, hatta geceleri de uyumamış. Bir yıl dolunca Dürüst teşbihi istemiş. Ali Ağa vermemiş:
– Bak kardeşim, ne kadar istersen o kadar para al, ama ben teşbihimi vermem, demiş.
Dürüst:
– Bana para lâzım değil, Ali Ağa, benimle ne üzerine anlaştıysan onu ver, demiş.
Ali Ağa:
– Öyleyse, bir yıl daha çalış, ondan sonra teşbihi alırsın, demiş.
Ne yapsın, zavallı Dürüst bir yıl daha tahammül etmeye mecbur olmuş. O geçen yıldan da çok çalışmış. Böylece bir yıl daha geçmiş. Ne var ki, Ali Ağa teşbihi yine vermemiş:
– Ne kadar istersen mal al, ya da bir yıl daha çalış, demiş.

Dürüst, uzun uzun düşünmüş de “Hayır, Ağa güçlü, onunla dövüşmek doğru olmaz, deyip bir yıl daha hizmetçilik yapmış. Bu sefer, önceki iki yıldan da çok çalışıp işlemiş. Bunu çok sevmişler. Böyle çalışıp işleyerek üçüncü yıl da dolmuş. Bu sefer Ali Ağa, teşbihini hiç sakınmamış:
– Al, kardeşim, dürüstlüğün ve çalışkanlığın için, demiş, teşbihi vermiş.
Teşbihi alıp, teşekkür eden Dürüst, vedalaşıp yola çıkmış ve cin belasına tutulmuş olan padişah kızını aramaya başlamış.
Başşehre gelince, kendisinin padişahın kızını iyileştirebileceğini halka söylemiş. Halk bunu işitip sevinmişler, hemen padişaha bildirmişler. Padişah da bu habere sevinmiş. Derhal Dürüst’ü çağırtmış, kızını iyileştirmesini söylemiş. Bir müddet isteyerek Dürüst padişah kızını tedavi etmeye razı olmuş. Bir kaba su koyup teşbihi üç defa suya sokup çıkarmış, sonra da bu su ile padişahın kızını yıkamalarını söylemiş. Suyla yıkanan kız, çok geçmeden iyileşmiş.
Padişah buna çok sevinmiş, Dürüst’e türlü hediyeler vermiş; ancak Dürüst bunları almamış. Bunu gören padişahın kızı:
– Babacığım, ben onunla evlenmek istiyorum, demiş. Padişah da buna razı olmuş. Hemen o gün büyük
bir düğün yapıp, kızını Dürüst’e vermiş. Artık fakir Dürüst, padişahın damadı olmuş. Yiyip içmesi de, giyinip kuşanması da padişahınki gibi.
Bir gün, Dürüst’ün doğduğu yerleri göresi gelmiş. . Padişahtan at istemiş. Padişah en iyi atlarını bir güzel faytona koşturup damadıyla kızını dünürlerine misafirliğe yollamış. Yolda bunlar öteki Hiyleci ile karşılaşmışlar. Hiyleci tanımamış bunları:
– Merhamet edip bir kaç kuruş verin, diye para istemiş.
Dürüst, Hiyleciyi tanımış, onun böyle acınacak bir hale düşmesine şaşmış. Yine de pek çok para verip:
– Beni tanımadın mı? demiş. “Dünyada Dürüst olan iyilik görmez! diyerek benim gözlerimi çıkardığını unuttun mu? demiş.
Hiyleci çok utanmış, ne söyleyeceğini bilememiş. Dürüst bunun utandığını görüp:
– Korkma, ben senden intikam alacak değilim, demiş. Ayrıldıktan sonra başına neler geldiğini birer birer anlatmış Hiyleciye.
Hiyleci de baştan sona, kendisinin hırsızlıkla, başkalarını aldatarak, mallarını gasbederek yaşadığını ağlaya ağlaya anlatmış. Daha sonra Dürüst, Hiyleciyle vedalaşıp kendi yoluna devam etmiş. Hiyleci bu duruma çok şaşmış. O da Dürüst gibi olmak istemiş, onun bahsettiği ormana gitmiş. Pınarı bulup yüzünü gözünü pınar suyuyla yıkadıktan sonra meşe ağacının tepesine çıkıp oturmuş. Gece olunca meşenin dibine pek çok cinler toplanmış. Bunlar Hiyleciyi görüp, ağaçtan indirmişler de, köpek ısırmış gibi parça parça edip öldürmüşler.

 

You may also like

Karga Ve Kurbağa

Karga Ve Kurbağa

Karga Ve Kurbağa,  Bir varmış bir yokmuş önce sürenin birinde, yalnız yaşam sürdüren bir karga ve ...

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir