Hayriye Hanım mutfakta kahvaltıyı hazırlıyor, peynirleri tabağa yerleştiriyordu. Oğlu Ömer de artık büyümüş, ilk okula başlamıştı. Evin ufak tefek işlerine yardım ediyor, ayakkabıları boyuyor, ara sıra ekmek alıyordu. Tıkırtılardan Mert’in uyandığını anlayan annesi:

– Hayırlı sabahlar kuzum, dedi.

– Hayırlı sabahlar annecim.

– Babanın hastası varmış erken gitti. Bugün ekmeği sen alır mısın?

– Elbette.

Mert ekmek almak için neşeyle evden çıktı. Annesi de sofraya son dokunuşları yapıyordu. Mert çok seviyor diye omlet hazırladı.

Birkaç kez pencereden dışarı baktı, çünkü Mert gecikmişti. Meraklandı. Pencereyi açıp tekrar yola baktı. Yerde yatan atı ve devrilmiş at arabasını gördü. İnsanlar başına toplanmıştı. “Allah Allah n’oldu acaba?” diye düşünürken kapı zilinin sesi içini rahatlattı. Oğulcuğu gelmiş olmalıydı. Kapıyı neşeyle açtı. ‘Hoş geldin’ diyecekti ama lafı ağzında kaldı. Mert’in suratı karmakarışıktı. Gözlerinden akan yaşlar yüzünü kirletmişti. Hıçkırıyordu.

Annelerin yüreği evlattaki pire kadar acıyı, sıkıntıyı deve gibi yapmakta çok ustaydı. Eğilip oğlunu kucağına aldı.

– N’oldu sana kuzum, düştün mü?

– Yok… yok… dedi Mert hıçkırarak.

– Eee?

– Adam çok kızdı bana. “Sen işine bak bacaksız.” dedi.

– Adam? Kim? Hangi adam? Ne yaptın ki sen?

Oğlunun elindeki ekmeği aldı, onu rahatlatmak için biraz su içirdi. Elini yüzünü sildi. Hıçkırıkları sakinleşince:

– Anlat bakalım, ne oldu, dedi.

– Anneciğim fırının önünde bir at arabası gördüm. At o kadar zayıftı ki üzüldüm. Kemikleri belli oluyordu. Sahibi arabaya çok yük koymuştu. Yerde birkaç un çuvalı daha vardı. Onları da yüklemeye başladı. Atın bacakları titriyordu. “Yapma amca, nasıl taşıyacak o kadar yükü” dedim.

Annesi oğlunun saçlarını okşadı.

– Sonra ne oldu kuzum?

– Yerdeki çuvalları da yüklemeye devam etti.

– Amca at güçsüz, titriyor dedim. Bana; “Git başımdan bacaksız!” diye kızdı. Şimdi arabaya bir de kendisi binecek. O at ne yapsın? Öyle mutsuz bakıyordu ki… Gözlerini bir görsen anneciğim. Dedem köye gittiğim zaman; “Hayvanların yemini suyunu eksik etmeyelim yavrum. Onlar bizim konuşamayan can dostlarımız, Korumak lazım.” derdi.

Hayriye Hanım konuyu anlamıştı. Mert’in merhametli yüreği ata çok acımış, üzülmüştü. Gözyaşları azarlandığı için değil arabacıyı ikna edemediği, ata yardım edemediği içindi. Bir taraftan Mert’in yanağında kalan gözyaşı damlacıklarını sildi. Bir taraftan da merhametsiz yürekleri, dilsiz dostlarımızı düşündü. Mert iç çekerek:

– Ben yanlış bir şey mi dedim anneciğim, diye sordu.

– Sen yanlış yapmadın yavrum. Gerçekten hayvanlar bizim dostlarımız. Onlar da can. Konuşup haklarını koruyamıyorlar. Onlara daima iyi ve güzel davranmalıyız. Bak sana ne anlatacağım:

Bir gün Peygamber Efendimiz bir adamın koyunlarını sağdığını görmüş. Yanına gidip sütün tamamını sağmamasını, yavruya da mutlaka süt ayırmasını söylemiş. Ardından: “Hayvanlarınızı sağmadan önce mutlaka tırnaklarınızı kesiniz. Uzun tırnakla onların canlarını yakabilirsiniz.” diye uyarıda bulunmuş. Ne kadar hassas bir düşünce ve davranış değil mi?

– Evet annecim.

– Sen doğru olanı yaptın oğlum. Allah merhametsiz gönüllere merhamet ihsan etsin.

Yasemin Yetkin

Bizim Bahçe Dergisi – Haziran 2019

You may also like

Comments

  1. Bayıldım

    1. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

  2. Çocukların hayvanlara zarar vermesini öğretiyor

    1. Merhaba Elsu,

      Sanırım hikayeyi yanlış okudunuz. Tekrar göz gezdirmenizi rica ederiz.

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir