DEDENİN KULÜBESİ, DETE gittikten sonra dede, uzun süre piposundan dumanlar üfürerek sessizce oturdu. Heidi de bu arada yeni çevresini
incelemeye koyuldu. Önce keçi ağılına göz attı, sonra kulübenin öbür yanma yürüyüp oradaki üç yaşlı köknar ağacına baktı. Güçlü bir rüzgâr ağaçların dallarını sallıyordu. Çocuk hiç hareketsiz durdu, yaşlı ağaçların arasında rüzgârın uğuldamasını dinledi. Sonunda kulübenin çevresini dolaşmayı bitirdi, dedenin oturduğu yere döndü. Yürüyüp onun tam karşısında durdu. Ellerini arkasında kenetlemiş, gözlerini dosdoğru dedeye dikmişti.

İhtiyar başını kaldırdı, «Eee, şimdi ne yapacağız?» diye sordu.

«Kulübenin içini görmek isterdim.»
«Gel öyleyse!» Dede ayağa kalktı.

«Elbiselerini de getir!»

Heidi, «Artık onlar bana gerekli değil,» dedi.

İhtiyar dönüp onun yüzüne, bir şey arayan bakışlarla baktı. Alçak sesle kendi kendine, «Bayağı da akıllı galiba,» diye söylendi. Sonra, «Neden artık sana
gerekli değillermiş?» diye sordu.

«Çıplak ayakla gezen keçiler gibi olmak istiyorum.»

«Pekâlâ. Ama gene de getir eşyalarını!» diye emretti. «Dolaba koyarız.»

Heidi söz dinleyerek eşyaları kucakladı, ihtiyarın peşi sıra kulübeye girdi. Kapı açılır açılmaz kendini kocaman bir odanın içinde buldu. Odanın eni, kulübenin eni kadardı. İçerdeki eşyalar yalnızca bir masa ve bir sandalyeden oluşuyordu. Karşı duvarda bir şömine vardı. Ateşin üstüne kocaman bir çaydanlık asılmıştı. Yan duvarın önünde dedenin yatağı duruyordu. Aynı duvarın biraz ilerisinde de bir kapı vardı. Dede yürüyüp o kapıyı açtı. Burası, ihtiyarın kendi eşyalarını koyduğu dolaptı. Rafların birinde birkaç gömlek, çorap ve kalın, sert çarşaflar görünüyordu. Başka bir rafta tabaklar, fincan ve bardaklar vardı. En üst rafta ise bir ekmek, biraz salam ve peynir  durmaktaydı. Kapak açılır açılmaz, Heidi öne doğru ilerledi, kendi eşyalarını rafın dibine, dedeninkilerin arkasına koydu, el altında olmamalarına çalıştı.
Sonra dikkatini odaya çevirdi ve sordu:

«Ben nerede yatacağım, dede?»
«Nerede istersen.»

Bu karşılık, çocuğun hoşuna gitmiş gibiydi. Her köşeyi incelemeye başladı.
Dedenin yatağının yanında yukarıya çıkan merdivenler görünüyordu. Oraya
tırmandığı zaman kendini saman yığınları arasında buldu. Tatlı tatlı kokan taze bir saman yığını duvarın dibinde duruyordu. Yanı başında pencere vardı. Bu pencereden dışarısı, ta vadinin aşağılarına kadar görünüyordu.

«Ah, işte burada yatmak istiyorum ben,» diye neşeyle bağırdı. «Çok güzel!
Gel de gör buranın güzelliğini, dede!»

Aşağıdan, «Daha önce gördüm ben,» diye bir ses duyuldu.

«Ben yatağımı yapacağım.» Çocuk sağa sola koşuşmaya başladı. «Bana çarşaf vermen gerek, dede!»

«Öyle mi!» Dede dolaba yürüyüp rafları karıştırmaya başlamıştı. Sonunda sert çarşaflardan birini çekti, yukarıya getirdi.

– Heidi’nin bu arada samanları çok güzel toplayıp yatak gibi şekillendirmiş
olduğunu gördü. Bir tarafına, yastık yerine kullanmak için, daha fazla saman yığılmıştı. Başını buraya koyan insan vadiyi rahatça seyredebilirdi.

«Güzel yapmışsın!» dedi ihtiyar.
«Şimdi çarşafı serelim. Ama dur bir dakika…» Eğilip yerden biraz daha saman
aldı, yatağı daha kalınlaştırdı. Böylelikle, ağırlık binince küçük kızın sırtının
tahtalara değmesini önlemek istiyordu.

«Şimdi getir o çarşafı buraya!»

Heidi sıçrayıp çarşafı kucakladı. Ama öylesine kalındı ki, ağırlığının altında sendelemeye başladı. İkisi birlikte çarşafı serdiler. Yatak şimdi çok düzgün
görünüyordu. Heidi bir adım geri çekilip yarattıkları bu esere eleştirici gözlerle baktı.

«Bir şey unuttuk, dede.»

«O da neymiş?»

«Üst çarşafı.»

«Demek öyle! Peki ya çarşafım kalmamışsa?»

«Üzülme dedeciğim,» diye avutmaya çalıştı Heidi. «Samanları örtü diye kullanabiliriz.» Hemen eğilip yeniden saman toplamaya koyuldu.

«Dur bir dakika!» İhtiyar, merdivenlerden indi, kendi yatağına doğru yürüdü.

Az sonra elinde kocaman, ağır bir keten çarşafla döndü ve onu yere koydu.

«Bu, samandan daha iyi değil mi?» diye sordu. Çarşafı yaymak için Heidi’ye
yardım etmeye başladı.

Heidi yeni yatağının başında durmuş, hayran hayran seyrediyordu. Zevkten kendinden geçerek, «Örtü çok güzel!» dedi. «Yatak da kusursuz! Keşke gece olsaydı da hemen yatıp uyuyabilseydim!»

Dede, «Önce yemek yemeliyiz,» dedi.

Heidi heyecanından, yeni yataktan

başka her şeyi unutmuştu. Ama bu söz üzerine kamının çok aç olduğunu fark etti. Sabahtan beri hiç bir şey yememişti.

«Evet, bence de öyle,» diye kabullendi.

«Eh, madem ki aynı yargıda birleşiyoruz, aşağıya inelim öyleyse.» İhtiyar,
çocuğu merdivene doğru yürüttü.

Odaya ayak basınca, önce şömineye doğru yürüdü, büyük çaydanlığı geriye
alıp, yerine bir küçüğünü kaydırdı. Ateşin önündeki üç ayaklı tabureye oturarak alevleri parlattı. Az sonra kıvılcımlar neşeyle fışkırıyor, çaydanlık kaynamaya başlıyordu. İhtiyar bundan sonra iri bir parça peynir kesti, uzun demir bir çatala saplayıp ateşe uzattı, her yanı altın gibi kızarıncaya kadar çevirdi durdu. Bu olup bitenleri büyük bir dikkatle izleyen Heidi’nin de aklına bazı fikirler gelmiş olmalıydı. Çünkü, birden yerinden fırlayıp dolaba yöneldi.

Dede, peynirin hazır olduğuna karar verip onu masaya getirdiğinde, orada bir somun ekmek, iki tabak ve iki bıçak hazırdı. Heidi nelerin gerekli olduğunu çabucak görmüş, hepsini dolaptan getirmişti.

«Demek kafan çalışıyor! Bu iyi işte!» dedi dede. Ekmeklerin üzerine peynir
sürmeye başladı. «Ama bir şeyi unutmuşsun.»

Heidi’nin gözleri şöminenin üzerinde kaynayan çaydanlığa iliştiği anda, unuttuğu şeyin ne olduğunu anladı… Hemen dolaba koşup baktı, ama orada bir tek fincan vardı. Bir an durakladı. Fincanın arkasında iki de bardak duruyordu. Az sonra masaya dönüp fincanla bir bardağı sofraya koydu.

«Çok iyi! Çok iyi!» dedi ihtiyar.
«Güçlüğün çaresini bulmuşsun. Ama sen nerede oturacaksın?» Bunu söylerken kendi sandalyesini masanın başına çekiyordu.

Heidi şömineye koştu, üç ayaklı tabureyi kaptığı gibi döndü.

«Neyse, hiç değilse oturacak bir yerin oldu,» dedi dede. «Ama biraz alçak!

Benim sandalyeme bile otursan masaya boyun yetişmez. Ama gene de yemen gerek. Haydi gel!»

Fincanı sütle doldurup kendi sandalyesinin üstüne koydu, sonra onu Heidi’nin taburesinin önüne itti. Böylelikle Heidi’nin kendine göre bir küçük masası olmuştu. ihtiyar, bundan sonra tabaklardan birine iri bir parça ekmekle, kızarmış peynir aldı, bunu da sandalyenin üzerine koydu. Kendisi masanın bir köşesine ilişip yemeye başladı. Heidi hemen fincanını eline alıp soluk almadan içti, bitirdi.

«Sütü beğendin mi?»

Heidi, «Ömrümde içtiğim en güzel süt bu,» diye karşılık verdi.

Dede, «Biraz daha içebilirsin,» diyerek fincanı tekrar doldurdu, önüne koydu.

Peynir, tıpkı tereyağı gibi yumuşacıktı. Tadı da çok güzeldi. Heidi ara sıra fincanından süt içerek yiyor, pek çok mutlu görünüyordu.

Yemek bitince dede çıkıp keçi ağılına yürüdü. Orada yapılacak bazı işleri
vardı. Heidi onu dikkatle izliyordu. Önce uzun sopalı süpürgeyle yerleri süpürüp temizleyişine, hayvanlar için yere taze samandan yataklar yapışma baktı. Sonunda ağıldaki işler bitmişti. İhtiyar bu sefer yan taraftaki sundurmaya ilerledi.

Burada uzun tahta direkleri eşit boyda kesti, yassı bir tahtaya dikkatle biçim
verdi, bir yanına dört delik açtı. Uzun tahtaları bu deliklere soktuğu zaman ortaya tıpkı kendi sandalyesi gibi bir sandalye çıktı ama, bu çok daha yüksekti! Heidi, hayranlığından soluğu kesilmişçesine seyrediyordu.

«Bu nedir dersin, Heidi?» diye sordu dede.

«Bu benim sandalyem, çünkü çok yüksek.»

İhtiyar, «Gerçekten kafası çalışıyor,» diye düşünerek kulübenin içinde dolaşıp
şurayı burayı onarmaya başladı. Heidi peşinden geliyordu. Hiç bir şey dikkatinden kaçmıyordu küçük kızın.

Akşam olup rüzgâr çıktığında, kulübenin arkasındaki köknar ağaçları daha
fazla uğuldamaya başladılar. Heidi’nin de yüreği daha hızlı çarpmaya başladı.

Ömründe bu kadar güzel bir ses duymadığını düşünüyor, ağaçların altında sevinçten zıp zıp zıplıyordu. Dede, çocuğun bu yaptıklarını kapı eşiğinden seyretmekteydi.

Derken tiz bir ıslık sesi duyuldu. Heidi hareketsiz kaldı. Dede o sırada kulübenin kapısından çıkıp ilerledi. Yukardan keçiler, vahşî hayvanlar gibi sıçrayarak atladılar. Aralarında Peter de vardı.

Heidi bir sevinç çığlığı atıp sabahki arkadaşlarını karşılamaya koştu. Kulübeye
varınca çocuklar da, hayvanlar da durdular, içlerinden iki güzel, incecik keçi, dedeye doğru koşmaya başladı. Biri beyaz, öteki kahverengiydi. İkisi de dedenin ellerini istekle yalıyorlardı. Çünkü, dedenin elinde onların çok sevdiği bir şey vardı: Tuz. Peter, az sonra sürünün geri kalanıyla birlikte yola koyuldu. Heidi iki keçinin önce birini, sonra ötekini kucaklıyor, okşuyordu.

«Bunlar bizim mi, dedeciğim? Gerçekten bizim mi?» diye soruyordu. «Ağılda mı kalacaklar?Hep bizimle mi kalırlar?» Heidi, dedenin, «Evet! Evet!» demesine bile vakit bırakmıyordu.

Keçiler tuzu yalayıp bitirince ihtiyar, Heidi’ye, «Git, süt kabıyla ekmeği getir!»
diye emretti.

Heidi hemen söz dinledi. Dede, beyaz keçiyi kabın içine sağdı. Kap çarçabuk ağzına kadar dolmuştu. Sonra ekmekten biraz kesti, çocuğa uzattı. «Şimdi bunları ye, sonra da yukarıya çık, uyu.

Sanırım geceliğin Dete teyzenin bıraktığı pakettedir, istiyorsan onu da çıkar.
Ben şimdi keçileri bağlayacağım. İyi uykular! »

«İyi geceler, dedeciğim! Ama bu keçilerin adı ne? Ne olur söyle, dedeciğim!»
Heidi, ihtiyarın uzaklaşan adımlarının peşinde koşuyordu.

«Beyazı Küçük Kuğu, kahverengisi de Küçük Ayı.»

«İyi geceler Küçük Kuğu, iyi geceler Küçük Ayı!» İki keçi de ihtiyarın peşinden ağıla girmiş, görünmez olmuşlardı.

Heidi, kulübenin yanındaki tahta kanepeye yürüdü, oturup ekmeğini süte bandırmaya başladı. Rüzgâr öylesine sertleşmişti ki, neredeyse kanepeden uçuyordu. Bu yüzden kızcağız çabuk çabuk yemek zorunda kaldı. Hemen eve girip yukarı çıktı, yatağına yattı. Kısa bir süre sonra, sanki kuş tüyü üstünde yatıyormuşçasına derin bir uykuya dalmıştı.

Çok geçmeden, ortalık büsbütün kararmadan, ihtiyar da yalağındaydı. Çünkü,
sabahlan güneş doğarken kalkardı. Gece boyunca rüzgâr deli gibi esti, kulübe
sallandı, bütün kirişler gıcırdadı, uğuldadı durdu.

Gece yarısı bir ara büyükbaba yatağında doğrulup kendi kendine yüksek sesle, «Belki de korkuyordur,» diye söylendi. Merdivenlerden yukarı çıktı, Heidi’nin yatağının başında durdu. Ar aşıra mehtap parıldıyor, sonra bulutlar üstünü
örtünce her taraf yeniden karanlıklara gömülüyordu. Tam o sırada bir demet ay ışığı pencereden girip, Heidi’nin yatağının tam üstüne düştü. Küçük kızın yanakları uykudan pembe pembe olmuştu. Başını küçük, yuvarlacık kollarının üzerine yaslamış, sakin sakin uyuyordu.

Gördüğü rüyalar mutlu rüyalar olmalıydı, çünkü dudaklarında gülücüklerin dolaştığı görünüyordu. Dede, uyuyan çocuğa baktı, baktı… derken ay gene buluta girdi, ortalık karardı. O zaman ihtiyar dönüp kendi yatağına yollandı.

-İkinci Bölüm-

ALM AMCAYA ÇIKIŞ

You may also like

Heidi

ALMDA BİR KONUK

ALMDA BİR KONUK, SABAHLEYİN gökyüzü pırıl pırıldı. Sabah ışıkları dağların üzerine dökülüyor, tatlı bir rüzgâr köknarların ...
Heidi

YOL HAZIRLIKLARI

YOL HAZIRLIKLARI, GÜZEL bir eylül sabahıydı. Heidi’nin evine dönmesini sağlayan iyi yürekli doktor, Seseman’ların evine doğru ...

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir