Bahar gelmiş, ağaçlar yeşermeye başlamıştı. Okulda bir gezi düzenlendi. Bütün öğrenciler yiyeceklerini yanlarına alarak okula yakın olan bir piknik yerine gittiler. Herkes yanında getirdiği yiyecekleri çıkardı ve ikişer üçer kişilik gruplar hâlinde yemeklerini yemeye başladı.
Çocuklar yiyeceklerini arkadaşlarıyla paylaşıyor, şakalaşıp gülüşerek yemeklerini yiyorlardı. Ayşenur İle Ayten de bir ağacın gölgesinde oturmuş, birbirlerine yiyeceklerinden ikram ediyorlardı. Biraz ilerde tek başına oturan Saime’yi görünce onu yanlarına çağırdılar. Saime gelmek istemedi. Çünkü onun yemeği gözlemeden ibaretti. Annesi yuvarlak hamurlar kızartmış, üstüne toz şeker ekmişti. Oysa Ayşenur ve Ayten varlıklı ailelerin çocuklarıydı. “Onların getirdikleri yiyecekler pahalıdır.” diye düşünen Saime, yanlarına gitmek istemiyordu. Ama Ayşenur yerinden kalkarak onun yanına gitti ve onu zorla kendi yemek yedikleri yere getirdi.
Ayşenur “İyi ki Saime’yi çağırdık. Baksana annesi gözleme yapmış. Ben gözlemeyi çok severim ama annem gözleme yapmasını bilmiyor.” diyerek Saime’yi rahatlatmaya çalıştı. Hep birlikte yemeklerini yemeye başladılar. Karşıdan onları seyreden öğretmenleri, mutlulukla gülümsedi. İçi, bu paylaşmasını bilen öğrencilerine karşı sevgiyle doldu.
Bir gün öğretmen sınıfta öğrencilere Ali Efendinin çok hasta olduğunu söyledi. Ali Efendi okulun hizmetlisiydi. Genç bir adamdı ama kalp hastasıydı. Çocuklar onu çok severlerdi. Ali Efendinin ameliyat olması gerekiyordu. Ama bu pahalı bir ameliyattı ve Ali Efendi varlıklı bir kişi değildi. Ali Efendinin eşi Meryem Hanım da okulda çalışıyordu. Eşinin hastalığı nedeniyle üzüntü ve çaresizlik içindeydi. Çocuklar da bu duruma çok üzüldüler.
Okuldan eve dönen Ayşenur’un her zamanki neşeli halinden eser yoktu. Annesi ve babası bir terslik olduğunu anlamışlardı. Annesi “Bir sorunun mu var kızım?”diye sordu. Ayşenur da onlara Ali Efendi ile Merve Hanımın durumlarını anlattı.
-Babacığım, sen nasıl olsa her yıl zekât veriyorsun. Ne olur bu yıl zekâtının bir kısmını Ali Efendi için ayır. Bu parayı hemen ver ki onlara ulaştırayım. Bunu yapmazsan Ali Efendi ölecek, dedi.
Babası, üzülmemesini, onun bu isteğini yerine getirebileceğini söyledi. Ertesi gün Ayşenur’a gerekli parayı verdi ve kimseye bir şey söylememesini istedi. Ayşenur çok sevinmişti. Okula geldiğinde öğrenciler derse girmişlerdi. Bu nedenle okul son derece sessizdi. Ayşenur, Meryem Hanımla Ali Efendinin kaldıkları yere geldi. Kapıya hafifçe vurdu. Meryem Hanım kapıda belirdi. Ayşenur ona “İçeri girebilir miyim Meryem teyze?” diye sordu. Meryem Hanım onu hemen içeri aldı. Ayşenur, elindeki parayı ona uzatarak olup bitenleri anlattı. Meryem Hanım sevincinden yerinde duramıyordu. Ayşenur’a:
-Bu parayı babana taksitlerle öderiz, dedi.
Ayşenur:
-Hayır, Meryem teyze. Babam bu parayı borç olarak göndermedi. Bu parayı zaten bizim size borçlu olduğumuzu söyledi, dedi.
Meryem Hanımın hiçbir şey anlamadığını görünce de sözlerine devam etti:
-Babam, her zaman bize varlıklı insanların mal varlıklarında yoksulların hakkı olduğunu söyler. “Çocuklarım, büyüyüp para kazanmaya başladığınız zaman güçsüzlere yardım edin. Zekâtınızı verin. Bunu yaparken sakın onlardan teşekkür beklemeyin. Sizin zekât borcunuzu kabul etmekle onlar size yardım etmiş olurlar. Çünkü her varlıklı kişinin yoksullara zekât borcu vardır.” der. Lütfen Meryem teyzeciğim, bu parayı getirdiğimi
kimseye söylemeyin. Babam bana bunu tembih etti, birinden duyarsa çok kızar.
Ertesi gün Ali Efendi hastaneye yattı ve ameliyat oldu. Birkaç gün eşinin yanında kalan Meryem Hanım, onun giderek iyileştiğini görünce okuldaki işinin başına döndü. Güzel bir bahar sabahıydı ve Ayşenur erkenden okula geldi. Okulda henüz kimse yoktu. Meryem Hanım temizlik yapıyordu:
-Günaydın, Meryem teyze. Ali amca nasıl?
-Çok iyi Ayşenur. Birkaç güne kadar hastaneden çıkacak. O da ben de sizler için dua ediyoruz.
Bu sırada büyük bir gürültü oldu. Okulun arka tarafında ağaçsız bırakılmış dağın toprakları, yağmurun da etkisiyle kaymaya başlamıştı. Sıralar yerlerinden oynadı ve kapının önüne yığıldı. Ayşenur, korkudan olduğu yerde kalmıştı. Meryem Hanım, kapının önüne yığılarak geçişi engelleyen sıraların üstüne çıktı. Ayşenur’un elinden tutarak onu yukarı çekti. İkisi de sıraların üzerinden bahçeye atladılar. Bu sırada yeni bir toprak yığını sel gibi okulun üstüne gelmeye başladı. Ayşenur’la Meryem Hanım koşarak oradan uzaklaşmaya başladılar. Biraz sonra birçok evin tanınmaz hâle geldiğini gördüler. Çok can ve mal kaybı vardı.
Olayın yarattığı heyecan hafifledikten sonra bir gün Ayşenur babasına
-Babacığım, Meryem Hanımın beni kurtarmasında onlara yaptığımız yardımın etkisi olmuş mudur, diye sordu.
Babası:
-Hayır Ayşenur. Seni kurtaran Allah’tan başkası değildi. Orada Meryem Hanım’ın yerinde başka biri, örneğin bir öğrenci velisi olsa seni o kurtaracaktı. Bizim Allah’ın isteklerine uyarak yaptığımız cömertlik, Allah’ı hoşnut etti. Onun için senin kurtulman bize Allah tarafından verilen bir ödüldü, dedi ve sözlerini şöyle tamamladı: Cömertliğin ödülü.
Amiran Kurtkan Bilgiseven
Cömertliğin Ödülü (Kısaltılıp uyarlanarak alınmıştır.)