Çok eski zamanlarda küçük bir köyde Hasan ile Hüseyin adında iki arkadaş yaşardı. Hasan ve Hüseyin birbirlerini çok severlerdi. İki arkadaşın yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Birlikte oynar birlikte gezerlerdi.

Günler günleri kovaladı, iki arkadaş büyüdü, evlendi. Birkaç yıl sonra çocukları oldu. Hasan, kızının adını Banu koydu. Hüseyin ise oğluna Bahadır ismini verdi. İki arkadaşın da mutlu, huzurlu bir yuvası vardı.

Birbirlerini kardeş gibi seven bu iki arkadaş, bir gün yolda karşılaştılar. Hüseyin çok dertli görünüyordu. Hasan:

“Hayrola kardeşim, bir derdin mi var?” diye sordu. Hüseyin:

“Evet kardeşim. Çok acil paraya ihtiyacım var. Bizim köyün alt tarafındaki tarlamı satmak istiyorum. Ama alan olmuyor.” dedi.

Hasan:

“Sen üzülme arkadaşım. Allah, sıkıntıda olan kuluna yardım eder. İnşallah hayırlı bir alıcı bulursun da satarsın.” diye karşılık verdi.

Oradan ayrıldıktan sonra Hasan, arkadaşının derdine çare bulmak için düşünmeye başladı. Durumu akşam hanımına anlattı:

“Hanım, can yoldaşım Hüseyin’in bir sıkıntısı var. Paraya ihtiyacı olduğu için tarlasını satmak istiyormuş. Ancak alıcı bulamamış. Para vermeyi teklif etsek, Hüseyin kabul etmez. Acaba o tarlayı biz mi satın alsak?”

Hasan’ın hanımı:

“Çok iyi düşünmüşsün bey.” dedi. “Sen git haber ver, yarın tarlayı satın alalım. Arkadaşını sıkıntıda bırakmayalım.”

Hasan, eşinin böyle düşünmesine çok sevinmişti. Sabah olunca hemen Hüseyin’in yanına koştu.

“Hüseyin kardeşim, senin tarlayı ben alayım.” dedi.

Hüseyin, arkadaşının kendisine yardım etme isteğine sevindi. Arkadaşına tarlasını sattı. Aldığı parayla da ihtiyacını karşıladı.

Aradan uzun bir zaman geçti. Tarlaları ekme zamanı geldi. Hasan da sabanı öküze bağlayıp tarlayı sürmeye gitti. İşi tam bitmek üzereyken, öküz sabanı çekemez oldu. Durduğu yerde uğraşıyor, ama bir adım ilerleyemiyordu. Hasan:

“Allah Allah, bu hayvan neye takıldı böyle? Neden gitmiyor?” diye kendi kendine söylendi.

Sabanın takıldığı yere varınca bir de ne görsün? Toprağın üzerinde bir küp dolusu altın durmuyor mu! Hasan küpü alarak sevinçle Hüseyin’in yanına koştu:

“Kardeşim artık zengin oldun. Senin bana sattığın tarlada bir küp altın buldum.” dedi.

Hüseyin:

“Tarlada altın bulmana sevindim. Ancak ben o tarlayı sana sattım. Bulduğun altın da benim değil senindir.” diye karşılık verdi.

Hasan:

“Olur mu kardeşim? Ben alırken yalnızca tarladaki toprağın parasını verdim. Bu altınlar benim değil senindir.” diye diretti.

Aralarındaki tartışma uzadıkça uzadı… En sonunda iki arkadaş mahkemeye gittiler. Başlarından geçen olayı kadıya(hakime) anlattılar. Kadı, onları dinleyince şaşırdı. Daha önce hiç böyle bir davayla karşılaşmamıştı! Biraz düşündükten sonra her ikisine de bekâr çocuklarının olup olmadığını sordu. Bu defa şaşırma sırası Hasan’la Hüseyin’deydi. Konunun çocuklarıyla ne ilgisi olabilirdi ki?

Hüseyin:

“Benim bir oğlum var.” dedi.

Hasan ise,

“Benim de bir kızım var.” diye cevap verdi.

Bunun üzerine kadı sözlerine şöyle devam etti:

“Gidin çocuklarınızla konuşun; şayet isterlerse onları birbirleriyle evlendirin. Bu altınları da onlara evlilik hediyesi olarak verin.”

Kadı Efendinin aldığı karara her ikisi de çok sevindi. Çocuklar evlenmeyi kabul etti. Çok geçmeden düğün yapıldı. Böylece iki arkadaş hem aralarında anlaşmış hem de akraba olmuş oldular.

Keloğlan Şehre İniyor

You may also like

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir