Avcı ve Köpeği
Hafiften bir müzik sesi dolduruyordu odayı. Burnuna hafif yanmış ekmek kokusu geliyordu. Anlaşılan eşi Zeynep Hanım erkenden kalkmış, kahvaltıyı hazırlıyordu.
Kokuyu alınca Bülent Bey içinden: “Ne de güzel gider şimdi kızarmış ekmek ve tereyağı” diye geçirdi.
Ama yataktan da kalkmak istemiyordu. “Geç yatarsan sabah olunca da kalkamazsın işte” diye kendi kendine söylendi. Bir yandan da “İyi de zaten hafta sonu, biraz daha yatayım” diyordu ki bir haftadan beri hazırlığını yaptığı plan geldi alına. Ormana yürüyecek ve avlanacaktı.
Zaman geçirmeden kalkma vaktiydi şimdi. Yatağından doğrulmasıyla av kıyafetlerini giymesi bir oldu. Büyük bir heyecanla kahvaltı sofrasına oturdu. Eşi Zeynep’e gülümseyerek konuşmasına devam etti: “Mükemmel bir sofra hazırlamışsın, eline sağlık hanım!”
Eşi, Bülent Bey’e tebessümle cevap verdi: “Afiyet olsun. Bakıyorum da yine av elbiselerini giymişsin. Ama ben de endişeleniyorum. Senin bu av merakın ne olacak bilmiyorum.” dedi.
Kahvaltı sohbet eşliğinde devam ederken Bülent Bey sırt çantasında eksik var mı diye aklından hesaplar yapıyordu.
Bülent Bey av yapmayı aslında spor amaçlı seviyor, maksadı yürüyüş yapmak olarak görüyordu. Hem stresini atıyor hem de ormanda temiz hava ve bol oksijen içinde ruhunu dinlendiriyordu. Ormanda bulduğu huzuru başka hiçbir yerde bulamıyordu.
Dışarıdan Karaca’nın sesi duyulmaya başladı. “Bak haylaza!” dedi Bülent Bey. “Sanki av yapmaya gideceğimizi hissetti. Nasıl da heyecanla havlıyor.”
Karaca’yı daha küçücükken, neredeyse soğuktan donmak üzereyken ormanda bulmuş, onu beslemiş, büyütmüş, çocuğu gibi bakmıştı adeta. Karaca, evlerinin maskotu gibiydi. Hem geceleri eve bekçilik eder hem de ormanda kendisine arkadaşlık, sırdaşlık ederdi. Karaca, Bülent Bey için çok farklı anlamlara sahip bir köpekti. Onunla vakit geçirmekten de çok hoşlanırdı.
Bülent Bey hanımıyla kucaklaşıp vedalaştıktan sonra Karaca’ya seslendi “Haydi aslanım! Orman bizi bekliyor.”
Ağır adımlarla yola koyuldular. Orman her zamanki gibi karşıladı onları. Kuş seslerinin cıvıltıları sanki dünyanın en güzel şarkılarıydı. Cırcır böceklerinin haykırışları en güzel notalardan seçilmiş gibi heyecan veriyordu. Hele rüzgârın ağaç dallarını bir oyana bir bu yana sallaması ne muhteşem bir ahenk tablosuydu. Tefekkürlük bir manzaraydı.
Bülent Bey çoğu zaman bir ağaç kütüğüne oturur, uzun uzun düşünürdü. Allah (cc)’ın yaratmış olduğu bunca şey karşısında ne kadar da aciz olduğunun farkına varır, vermiş olduğu nimetlerden dolayı Rabbine şükrederdi.
Karaca’nın yanında olması Bülent Bey için büyük bir nimetti. Yol arkadaşı bulmak şimdilerde gerçekten zordu. Karaca’ya dönerek seslendi “Sen ne güzel bir yoldaşın be Karaoğlan!”
Karaca sanki söyleneni anlamışçasına havlamaya, Bülent Bey’in etrafında dönmeye, şakalaşmaya başladı.
Uzunca bir yol gittiler. Ormanın farklı yerlerini keşfetmeyi çok severdi Bülent Bey. Yine farklı bir yöne doğru gezinirken beklenmedik bir olay oldu. Yaprakların ve dal parçalarının üzerini kapattığı bir çukurun içinde buldu kendini Bülent Bey.
Bülent Bey yaralanmıştı. Şimdi ne yapacaktı? Kendisini burada nasıl bulacaklardı. Kafasında beliren binlerce soru ve ne yapacağını bilememenin getirmiş olduğu hüzün kapladı birden Bülent Bey’i. Çukura düşerken ayağını incitmişti. Vücudunun her yerinde şiddetli ağrılar hissediyordu.
Karaca yukarıda olanca sesiyle havlıyordu. Karaca’ya seslendi Bülent Bey:
— Karaca, koş oğlum yardım getir.
Bir anda Karaca’nın sesi kesildi. Acaba söylediklerini anlayıp yardım getirmeye mi gitmişti? Yoksa korkup kaçmış mıydı? Bu çukurda yaralı bir halde yalnız ve çaresiz kalmıştı. Bülent Bey’i bir hüzün kapladı. Ağrıları iyice artmıştı. Olduğu yerde derince bir uykuya daldı.
…
Kafası ağrılar içindeydi. Gözlerini zor açan Bülent Bey nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kafasının üstünden loş ışıklar yansıyordu. Karşısında ufak bir televizyon vardı. Dışarıdan uğultu halinde birçok ses geliyordu. “Neredeyim ben?” dedi sessizce. Kafasını sol tarafına çevirdiğinde eşi Zeynep Hanım’ı gördü. Evet, hastanedeydi Bülent Bey. İyi de buraya nasıl gelmişti? Bülent Bey’i nasıl bulmuşlar ve hastaneye getirmişlerdi?
Zeynep Hanım sevinçle haykırdı: “Şükürler olsun Bey! Gözlerini açtın…”
Hanımı tüm olan biteni Bülent Bey’e anlattı. Olayın başkahramanı Karaca’ydı. Meğer olay olduğu anda hemen eve koşmuş, heyecanlı tavırlarla Bülent Bey’in eşine olayı aktarmayı başarmıştı. Zeynep Hanım eşinin başına bir şey geldiğini anlayınca da hemen sağlık ekiplerine haber vermişti.
Hastaneden çıkar çıkmaz hayatını kurtaran sadık dostu Karaca’ya koşan Bülent Bey köpeği kucaklayıp bağrına bastı. Artık Karaca’ya bir can borcu vardı. Aralarındaki muhabbet daha da arttı. Gittiği her yere Karaca’yı da götüren Bülent Bey ve ailesi huzur içinde yaşamaya devam ettiler.
Evet, sevgili kardeşim!
Bu dünyada sadece biz yaşamıyoruz. Bizim dışımızda yaşayan onlarca hayvan var. Birçoğu da bizlere hizmet etmekte.
Onları asla incitmeyelim. Onlara aç kaldıklarında yemek, susadıklarında su verelim. Kışın balkonumuza yiyecekler bırakalım. Özellikle çöplere attığımız yiyecekler olursa poşetlerin ağzını kapatmayalım. Belediyelerin yapmış olduğu barınakları ara sıra ziyaret edip dünyayı bizimle paylaşan dostlarımızı ziyaret edelim.
Atalarımızın hayvan hastaneleri, kuş evleri, kuş hastaneleri kurduğunu biliyor muydunuz? Bununla ilgili araştırma yapmaya ne dersiniz?
Dünyanın ilk hayvan hastanesi nerede kurulmuştur biliyor musunuz? Peki araştırmaya ne dersiniz?
Sizleri kucaklıyor ve Allah’a emanet ediyorum…
Yazan :Bayram MİROĞLU