ALMDA BİR KONUK, SABAHLEYİN gökyüzü pırıl pırıldı. Sabah ışıkları dağların üzerine dökülüyor, tatlı bir rüzgâr köknarların yaşlı dallarını hafif hafif sallıyordu. Heidi gözlerini açtı. Onu uyandıran, rüzgârın ağaçlarda çıkardığı sesti. Hemen yatağından sıçrayıp çabucak giyindi. Merdivenlerden
aşağıya indiği zaman dedesini kapının önüne çıkmış, havanın nasıl olacağını anlamak ister gibi gökyüzünü inceler buldu. Küçük pembe bulutlar  dolaşıyordu yukarda. Ama gittikçe seyrekleşiyorlar, mavi lekeler daha genişliyordu. O sırada güneş de kendini gösterdi, dağların doruklarını bir anda altın rengine boyadı.

«Aman, ne güzel!» diye haykırdı Heidi. «Günaydın dedeciğim!» demeyi ancak
bundan sonra akıl edebildi.

İhtiyar, çocuğun kıvırcık saçlarını okşayarak, «Ne kadar erken kalkmışsın,» diye şaşkınlığını belirtti. Sonra, keçileri sağmak üzere küçük ağıla girdi. Az sonra da iki keçi otlağa çıkmak üzere, dışarıda bekliyordu. Uzaklardan Peter’in ıslığı duyuldu. Bir an içinde bütün keçiler Heidi’nin çevresini sardı. Peter, tekrar keskin bir ıslık öttürdü, keçiler isteksizce ilerlemeye başladılar.

Peter, «Bugün bizimle geliyor musun?» diye sordu.

«Hayır, Peter, bugün gelemem,» dedi Heidi. «Frankfurt’taki dostlar her an
gelebilirler. Geldiklerinde burada olmalıyım.»

«Hep böyle diyorsun zaten,» diye homurdandı Peter. «Gelirlerse Amca burada işte.»

O sırada Amca’nın da sesi duyuldu: «Bugün bu ordunun nesi var böyle? Yerinden kıpırdamak istemiyor. Kabahat generalde mi, yoksa erlerde mi dersin?»

Peter hemen dönüp kırbacını havada şaklattı. Bu sesi çok iyi tanıyan keçiler hızlı hızlı dağ yoluna koyuldular. Peter de peşlerinden uzaklaştı.

Heidi geldiğinden beri evde yapacak çok iş buluyordu. Böyle şeyler daha önce hiç aklına gelmezdi. Her sabah yatağını dikkatle yapıyor, aşağıya inip mutfağı topluyordu. Sonra da odadaki sandalyeleri düzenliyor, dağınık ne varsa dolaba yerleştiriyordu. Bundan sonra sıra toz almaya geliyordu. Küçük sandalyenin üzerine basıyor, masanın üstünü pırıl pırıl oluncaya kadar ovalıyordu. Dede, bütün bunlardan pek memnundu. Kulübeye girince çevresine bakmıyor, «Bugünlerde ev öyle temiz ki, her gün pazarmış gibi,» diye mırıldanıyordu. Heidi’nin Frankfurt gezisi pek de boşa gitmiş sayılmazdı.

Küçük kız bugün de işlerine her zamanki düzeni içinde başladı ama, havanın güzelliği onu çarçabuk dışarıya çekti. Pencereden içeriye süzülen ışık ona,
«Hadi, çabuk, dışarıya gel!» dermiş gibiydi. Bu durumda içerde kalmasına olanak yoktu tabiî. işini çabucak bitirip dışarıya koştu. Güneş dağların üzerinde pırıl pırıl parlıyor, vadiyi aydınlatıyordu. Heidi bir an oturup çevresini seyretti. Dede gene sundurmada çalışıyordu. Ara sıra o da dışarı çıkıp küçük kıza gülümsüyor, tekrar içeri giriyordu. Bir seferinde o içeriye girer girmez, Heidi arkasından seslendi: «Dede, dedeciğim! Çabuk, gel!» İhtiyar çabucak çıktı. Çocuğun başına bir şey geldi, diye korkmuştu. Heidi’nin, «Geliyorlar! Geliyorlar! İlk gelen doktor oldu! » diye haykırarak patikaya doğru koştuğunu gördü.

Küçük kız ellerini ileriye doğru uzatmış, eski dostunu karşılamaya koşuyordu. Onun yanma varınca, hemen eline sarıldı, sevgi dolu bir sesle, «Günaydın Doktor!» dedi. «Size o kadar teşekkür borçluyum ki!»

«Tanrı seni kutsasın, Heidi! Neden teşekkür borçluymuşsun bana?»

«Eve dönmemi sağladığınız için.»

Doktorun yüzü sevinçle aydınlandı. Bu kadar güzel bir karşılama beklemiyordu. Dağ yoluna tırmanırken kendini çok yalnız hissetmişti. İçi hüzünle doluydu. Çevresindeki güzel manzarayı gözü bile görmüyordu. Heidi’nin kendisini anlayacağından bile kuşku duymaktaydı.

Beklenen dostları getiremeden, kendi basma gelişinin, küçük kızda hayal kırıklığı uyandıracağından da korkuyordu. Oysa Heidi, karşısında neşeden coşarak duruyor, içi sevgi ve şükranla dolu, konuğu; elini bırakamıyordu.

Doktor babaca bir sevgiyle onun elini tuttu: «Haydi kızım,» dedi. «Beni dedenin yanma götür. Evinizi göster.»

Ama Heidi yürümedi. Gözleri patikanın aşağılarına dikilmişti. Küçücük yüzünde üzüntü okunuyordu. «Clara ile büyükanne nerede?» diye sordu.

«Sana anlatacaklarım var, Heidi. Bunlara senin de benim kadar üzüleceğini biliyorum. Bak, yavrum, bu sefer ben buraya tek başıma geldim. Clara çok
hastalık geçirdi. Yolculuğa çıkamadı. Öyle olunca, büyükanne de gelmedi. Ama ilkbaharda, havalar ısınmaya, günler uzamaya başladığı zaman ikisi de kesinlikle gelecekler.»

Heidi şaşalamış gibiydi. Beklediği şeylerin gerçekleşememesini kabul etmek
kolay değildi. Doktor, karşısında sessiz duruyordu. Ortalıkta köknar dallarının
rüzgârda çıkardığı sesten başka çıt yoktu. Birden Heidi’nin düşünceleri berraklaştı. Ne de olsa, doktor kalkmış, buralara kadar gelmişti. Gözlerini kaldırdı, konuğunun yüzüne baktı. Ama bu yüzde derin bir üzüntü okudu.

Doktorun yüzünü hiç böyle görmemişti. İçi acıma duygusuyla doldu. Her halde defalara ile büyükannenin gelemeyişine üzülüyordur, diye karar verdi ve onu avutmanın yollarını aradı.

«Olsun… ilkbahara ne kaldı ki!» dedi. «Havalar düzelince gelirler elbette.
Buralarda kış hiç bir zaman fazla uzun sürmez. Hem ilkbaharda gelirlerse daha uzun kalabilirler. Clara bundan çok hoşlanacaktır, eminim! Şimdi dedeye gidelim.»

Doktorla el ele, kulübeye doğru ilerledi, neşeyle dedesine seslendi. «Daha gelemediler dedeciğim, ama uzun sürmeyecek.»

Dedenin gözünde doktor yabancı değildi, çünkü Heidi ondan çok söz etmişti. İhtiyar, konuğunu içtenlikle karşıladı, ikisi tahta kanepeye oturdular. Onların yan tarafında Heidi’nin de sığacağı kadar yer kalmıştı. O da ilişti. Doktor
anlatmaya başladı:

«Bay Sesemann benim gelmemi istedi. Ben de razı oldum. Çünkü uzun süreden beri kendimi pek iyi hissetmiyorum. Temiz dağ havasının bana da iyi
geleceğini düşündüm.» Uzanıp küçük kıza baktı. «Heidi, biraz sonra buraya bir şey getirecekler. Onu Frankfurt’tan beri yanımda taşıyorum. O şey seni, yaşlı doktorundan çok daha fazla sevindirecek.»

Heidi hemen ilgilenmişti. Acaba gelecek şey ne olabilirdi? Doktor hiç bir
ipucu vermiyordu.

Dede bu arada, doktora sonbaharın bu güzel günlerini Alm’da geçirmesi için
ısrar etmekteydi. Hiç değilse hava güzel olduğu günler dağa çıkabileceğini söylüyordu. «Burada kalmanızı öneremem, çünkü yerimiz yok,» dedi. «Ama isterseniz Dorfli’deki küçük, sevimli handa bir oda tutabilirsiniz. Ragatz’a döneceğiniz yerde, orada kalır, sabahları buraya gelirsiniz. Çevrede size göstermekten zevk duyacağım çok güzel yerler var.»

Bu öneri, doktorun öylesine hoşuna gitti ki, hemen kararlar verildi, programlar ayarlandı.

Zaman çabucak geçiyordu. Neredeyse öğle olacaktı. Alm Amca ayağa kalktı, kulübeye girip küçük bir masa getirdi, tahta kanepenin önüne koydu. «Şimdi, Heidi, yemek için gerekli olan şeyleri buraya getir,» dedi. «Doktor, bizim
yediğimiz basit yiyeceklere razı olmak zorunda kalacak ama, hiç değilse soframızı kurduğumuz güzel yeri beğeneceğine eminim.»

«Gerçekten çok güzel,» dedi Doktor. Gözleri vadinin aşağılarını tarıyordu.
< Davetinizi sevinçle kabul ediyorum. Böyle bir yerde insan ne yese tadı güzel gelir.»

Heidi telaşlı bir sincap gibi, içeri dışarı koşuşup duruyordu. Dolapta ne bulduysa getirmişti. Dede, yemekleri hazırladı ve az sonra elinde altın rengi kızarmış peynirle çıkageldi. Kendi eliyle kızartmış olduğu etten ince dilimler kesti. Doktor bu yemeği bir yıldan beri göstermediği bir iştahla yiyip bitirdi.

«Evet, Clara gerçekten buraya gelmeli,» diyordu. «Bu gezi ona yepyeni bir
güç kazandıracak. İştahı da benimki kadar açılırsa göz açıp kapayıncaya kadar
tombul, güçlü kuvvetli bir kız olur.»

O konuşurken, patikadan yukarıya doğru çıkmakta olan bir adam belirdi.
Sırtında kocaman bir kutu taşıyordu. Soluk soluğa kulübenin önüne gelip ağır
yükünü yere indirdi. Rahatlamış gibi içini çekip bekledi. Doktor, «işte Frankfurt’tan buraya yanımda getirdiğim şey bu,» dedi. Atağa kalkıp, kutunun üzerindeki kâğıtları açtıktan sonra, «Gel küçüğüm, hazineyi kendi ellerinle çıkar,» diyerek kanepeye döndü.

Heidi, açtığı her paketin içindekilere kocaman, şaşkın gözlerle bakıp duruyordu. Doktor, kutulardan birinin kapağını açarak, «Bak, Heidi,» dedi. «Bunu nine, kahvesiyle beraber yesin diye, gönderdiler.»

Heidi, kutudan çıkan keki eline alıp sevincinden sıçramaya başladı. «Nineye
bir kek! Nineye bir kek!»

Hemen aşağıya koşup bu armağanı nineye ulaştırmaya can atıyordu. Ama
dedesi onu akşama kadar beklemeye razı etti. O zaman doktoru da yolun yarısına kadar geçirmiş olurdu.

O sırada Heidi, kutudan bir torba tütün çıkarmaktaydı. Onu dedesine uzattı, dedesi de açıp piposunu doldurmaya koyuldu. iki adam tekrar kanepeye yerleştiler, Heidi’yi de Clara’nın armağanlarını incelemek üzere yalnız bıraktılar.

Küçük kız hepsini tadını çıkara çıkara gözden geçirdikten sonra yerlerine yerleştirdi ve dedesiyle konuğun yanma geldi. Bir an sessizlik olunca ciddî bir sesle konuğa, «Hiç bir şey beni sizin buraya gelmeniz kadar sevindirmedi, doktor,» dedi.

iki erkek, onun bu çocuksu ciddiyetine gülmekten kendilerini alamadılar.

Güneş dağların arkasında batarken konuk izin isteyip ayağa kalktı, Dorfli’ye inmek üzere yola koyuldu. Dede, nineye gönderilen armağanları koltuğunun altına kıstırmıştı. Keki, büyük salamı, yün şalı, hepsini! Doktor, Heidi’nin elini tuttu, hep birlikte Peter’in kulübesine kadar yürüdüler. Oraya varınca Heidi, doktora iyi akşamlar diledi ve beklenmedik bir soru sordu.

«Yarın benimle ve Peter’le birlikte keçileri otlağa çıkarmak ister misiniz,
doktor?»

«Olur Heidi, hep birlikte gideriz!»

Doktor bu yeni öneriyi sevinçle karşılamıştı. iki erkek yokuştan aşağı inmeye devam ettiler. Heidi kulübeye girdi. İlk girişinde keki, ikinci seferinde salamı,
en sonunda da şah içeriye taşıdı. Hepsini ninenin yanı başına koyup, ihtiyar
kadının onları elleriyle yoklayabilmesini sağladı. Şalı ise, ninenin dizlerine serdi.

«Bunlar, Clara’dan geldi, nineciğim,»

dedi. «Clara ile Frankfurt’taki büyükanne yollamışlar.»

Brigitta da, nine de çok şaşırmışlardı.

«Keke çok sevinmedin mi, nineciğim?»

«Evet Heidi. Ne kadar iyi insanlarmış bu insanlar!» Nine eliyle sıcacık, yumuşacık şalı yokluyordu. «Ne kadar güzel! Kışın soğuk günlerinde beni nasıl ısıtacak! Ömrümde bu kadar lüks bir şeye sahip olacağım aklıma gelmezdi.»

Ninenin şala kekten daha çok sevinmesi, Heidi’yi şaşırtmıştı.

Brigitta da, gözlerinde tapınmaya benzer bir ifadeyle salama bakıyordu.
Ömründe bu kadar kocamanını görmemişti.

O sırada Peter koşarak içeriye girdi. «Alm Amca da peşimde… Bugün Heidi…»
diye başladı, ama gözleri masanın üstündeki salama ilişince sözleri boğazına takıldı kaldı.

Dede artık nineye uğramadan bu kulübenin önünden geçmez olmuştu ama,
bugün vakit oldukça geçti. Yalnızca kapıdan seslenmekle yetindi. Heidi hemen
dışarıya, onun yanına koştu. Dedesi, küçük kızın elini tuttu, yıldızların ışığında birlikte doruktaki sessiz kulübelerine doğru uzaklaştılar.

-On Altıncı Bölüm-

YOL HAZIRLIKLARI

You may also like

Heidi

YOL HAZIRLIKLARI

YOL HAZIRLIKLARI, GÜZEL bir eylül sabahıydı. Heidi’nin evine dönmesini sağlayan iyi yürekli doktor, Seseman’ların evine doğru ...
Heidi

ÇANLAR ÇALIYOR

ÇANLAR ÇALIYOR, HEİDİ, köknarların altında durmuş, kendisini ninenin evine kadar götürecek olan dedeyi bekliyordu. Dede, onu ...

Comments

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir